17 Eylül 2015 Perşembe

SİNEMADA ÜÇLEMELER: 55. Amerikalı sinema yönetmeni Sidney Lumet'in "KENT ÜÇLEMESİ"

1957 yılında çektiği 12 Angry Men (12 Öfkeli Adam) ile sinemaya başarılı bir geçiş yapan Sidney Lumet (d. 25 Haziran 1924 - ö. 9 Nisan 2011), Amerikalı sinema yönetmeni. Bir süre televizyon için çalıştıktan sonra , Serpico, Dog Day Afternoon (Köpeklerin Günü), Network (Şebeke) ve The Verdict (Hüküm) gibi filmlerle ününü artırmıştır. 5 defa çeşitli dallarda Oscar'a aday olmasına rağmen hiçbirini kazanamamış, ancak 2005 yılında Ampas tarafından kendisine Yaşam Boyu Başarı Ödülü verilmiştir.




 SERPICO 
(1973 - ABD, İtalya)  -  IMDb: 7,8 (1 Oscar + 6 ödül) 
Yönetmen: Sidney Lumet
Müzik: Mikis Theodorakis
Oyuncular: Al Pacino, ... 
Açıklama: Bağlı olduğu teşkilat içindeki yozlaşmaların ortaya çıkarılması için çabalayan dürüst bir polisin hikâyesi.  

1970'lerin başında yozlaşmış New York Polis Teşkilatı'nda görevli dürüst bir polis memurunun gerçek hikâyesine dayanan filmin senaryosunu Peter Maas'ın 1973 yılında yazdığı aynı adlı çok satan biyografik kitabından

1970’lerde liberal rüzgârların esip durduğu Amerikan sinemasının tipik ve bugün bir klasik olarak kabul edilen örneklerinden. Film, Amerikalı gazeteci-yazar Peter Maas'ın 1973'te yayımlanmış, çok satan biyografik romanından sinemaya uyarlanmış. Yönetmen Lumet, filmini güçlü bir sinema dili ile uzun süresine rağmen çekici kılmayı başarmış ve baş roldeki Al Pacino da her zamanki gibi tek kelime ile muhteşem. 

Peter Maas’ın hikâyenin gerçek kahramanı Frank Serpico’nun bakış açısı ile yazdığı biyografisine dayanan senaryoyu iki ünlü senarist kaleme almış. Biri McCarthy dönemindeki cadı avında kara listeye alınan ve aralarında "Midnight Cowboy - Gece Yarısı Kovboyu" gibi örneklerin de olduğu bir filmografiye sahip Waldo Salt, diğeri “Joe” ile Oscar’a aday gösterilmiş Norman Wexler. 

1970’lerde peş peşe sistemi sorgulayan filmler ürettikten sonra Reagan döneminin katı sağ uygulamalarına süratle uyum gösteren Hollywood’un yüz akı örneklerinden biri “Serpico”. Bugün senaryodaki problemleri daha göze batar olsa da Lumet’in hâkimi olduğu New York sokaklarında yaşanan bir hikâyeyi Pacino’nun müthiş oyun gücünü yanına alarak anlattığı eser kesinlikle görülmeyi hak eden filmlerden biri.




 KÖPEKLERİN GÜNÜ  -  "Dog Day Afternoon"
(1975 - ABD)  -  IMDb: 7,8 (1 Oscar + 6 ödül)
Yönetmen: Sidney Lumet
Müzik: Elton John (Song), Uriah Heep
Oyuncular: Al Pacino, ... 
Açıklama: Yetmişlerin en önemli filmlerinden, Sidney Lumet’in en iyilerinden olan “Köpeklerin Günü” (Dog Day Afternoon, 1975) Al Pacino’nun eşsiz performansı, konusu, farklı karakterleri, dram, polisiye ve mizah gibi pek çok unsuru aynı potada eritmesiyle harika bir seyirlik sunuyor bizlere. Sidney Lumet’in yönettiği “Köpeklerin Günü”, Al Pacino’nun başrolünde oynadığı it iti ısırır dedirten etkileyici, farklı bir soygun filmi.  
Eşcinsel arkadaşının ameliyat parasını bulmak isteyen Sonny, yanına iki arkadaşını da alarak banka soymaya girişir, fakat aralarından biri arkadaşı vazgeçip kaçınca Sonny’nin işi gittikçe zorlaşır, işler giderek bir banka soygunundan çok TV şovuna döner... Banka soygunu, toplum tarafından tarafından pek fark edilmeyen, kaybetmeye mahkum görünen bu iki kişi için, Sony (Al Pacino) ve Sal (John Cazale) için bir kurtuluş reçetesi olması gerekirken, kendilerini içinde bulundukları durum hiç de bekledikleri gibi değildir…  

“Köpeklerin Günü” başında da belirttiği gibi, yaşanmış bir olayı konu ediniyor. Çıkış noktasının aslen bir gazete makalesine dayandığı yapım beklenildiği üzere, ne seyircinin adaptasyonu, nede inandırıcılığı süreçlerinde bir sıkıntı yaşıyor. Tamamen atmosferin içerisinde kendimizi o dünyaya hazır buluyoruz, hiçbir kaygı duymadan… Klip tadında bir açılış sahnesi... Güzel bir şarkı eşliğinde, yetmişli yıllarla soluk alan kareler akıyor perdeden. Sahne bizim için yetmişlere özgü gerçek bir nimet olarak filmde yerini alıyor.  

Üç kişi bir bankayı soymaya girişir. Biri vazgeçer, geriye kalan iki kişi devam eder. İşler ters gider, polisler, halk herkes olay yerindedir… Bu kadar basit mi? Hayır. Zaten filmi bu kadar güzel kılan unsurlardan birisi de, çok basit görünen, biz bunu daha önce de izlemiştik hissi uyandırabilecek bir olay örgüsünü, kendine has noktalardan yakalaması. Büyük çoğunluğu tek mekanda geçen bir film. Dezavantaj olabilecek bu durum, filmde bir avantaja dönüşüyor. Film birey üzerinden, topluma yaptığı göndermeler ile düz anlatımdan, tek boyutluluktan kendini kurtarıyor. Vietnam, medya, polis şiddeti... Belki daha fazlası kendine yer buluyor filmin içerisinde. O dönemin toplumsal konularına hayli dokunuyor yapım.  Bir banka soyguncusu… Hiçbir özelliği olmayan, toplum tarafından itilen bir insan. Halkın bir kısmı belki sırf onun vurulmasını görmek için bankanın dışında bekliyor. Fakat Sonny azımsanacak bir adam değil. Film boyunca söyledikleri, kendi doğrusunu savunması, daha pek çok şey ile kendine hayran topluyor. Gölgesi bile olmayan bir adam olarak girdiği bankada, bir anti kahraman olarak yeniden doğuyor Sonny.... Film ilerledikçe finalin nasıl olacağı şeklindeki tahminlerimiz daha fazla güçleniyor. Hemen her şeyin umduğumuz gibi çıkmasına rağmen, hızla gelişen olaylar bizi tamamen avucuna alıyor.  

Al Pacino'nun performansı harika. Kendine has oyunculuğundan unutulmaz bir karakter çiziyor. Kesinlikle yapımın en önemli artısı olarak öne çıkıyor. Bunun yanı sıra, Sal karakterini oynayan John Cazale'ın oyunculuğu ise az laf çok iş dedirtiyor. Sonny karakterinin altında kalan Vietnam gazisi Sal, oynadığı sahnelerde bakışları, duruşu her an tetikte olan öldürme içgüdüsü ile önemli bir katkı salıyor filme.  

Yetmişlerin en önemli filmlerinden, Sidney Lumet’in en iyilerinden olan “Köpeklerin Günü” , konusu ve farklı karakterleri, dram, polisiye ve mizah gibi pek çok unsuru aynı potada eritmesiyle harika bir seyirlik.



ŞEHRİN PRENSİ  -  "Prince of the City"
(1981 - ABD)  -  IMDb: 7,7 (9 ödül)
Yönetmen: Sidney Lumet
Oyuncular: Treat Williams, ...
Açıklama: Sydney Lumet'in "Kent Üçlemesi" olarak bilinen filmlerinin son halkasıdır. Üçü de New York'ta yaşanmış gerçek olaylardan yola çıkılarak senaryolaştırılan bu filmlerden Prince of the City, özellikle Serpico ile benzer sularda yüzen ve maalesef öncüsü kadar tanınan bir film olmasa da, gerek işlediği temalara incelikli yaklaşımı, gerekse derin karakter çalışmasıyla aslında öncüsünün çok çok üzerine çıkmayı başaran bir polisiye sinema başyapıtıdır.

Bu "görkemli kaybedenler" öyküsünde Sidney Lumet, açılışı zirveden yapar. New York Polis Teşkilatı'nın en gözde dedektiflerinden oluşan Özel Araştırma Birimi ile tanışırız önce. Filmdeki bir yargıcın deyimiyle "kentin prensleri"dir onlar. Kendi hedeflerini seçer, çoğu zaman cezaları da kendileri keserler. Onlara hak etmedikleri düzeyde lüks bir hayat sağlayan paranın büyük kısmı, önce yakalayıp, sonra özgürlüklerini sattıkları uyuşturucu tacirlerinden gelir. Ve işte bu ekibin başı da, aynı zamanda en genç üyesi olan Daniel Ciello (Treat Williams)'dur. İş ve özel yaşamında sıkıntılı bir dönemden geçen Ciello için, Polis Teşkilatı içindeki yolsuzlukları araştıran Takip Komisyonu'nda görevli genç savcı Rick Cappalino'nun (Norman Parker) daveti, hayatının dönüm noktası olur. Yavaş yavaş yaşadığı hayatı sorgulamaya başlayan ve geçmişe bir sünger çekerek, geleceğe dair yeni bir sayfa açmak isteyen Ciello, Cappalino ile şartları kendisinin belirleyeceği bir işbirliği anlaşması yapar. Ancak zamanla o şartlar birer birer delinirken, çılgın bir oyun gibi başlayan soruşturma, Ciello için dipsiz bir kuyuya dönüşür.  

Sidney Lumet, günahkâr Ciello'nun, cehenneme yolculuğunu, Cappalino (Norman Parker), Santimassino (Bob Balaban) ve Polito (James Tolkan) isimlerinde üç savcı ile yapılan anlaşmalar ve farklı suç dosyaları üzerinden üç bölümde anlatır. Her bölümde savcılar daha acımasız, dosyalar ise Ciello ve dostları için daha can yakıcı bir hale gelir. Böylece birkaç yozlaşmış polisin içeri alınması ve birkaç küçük itirafla başlayan soruşturmada her geçen dakika çember biraz daha genişleyerek, savcılar, avukatlar, polisler, ajanlar, mafya elemanları, uyuşturucu tacirleri gibi suç ve kanun dünyasının neredeyse tüm kademelerini içine alır. 

Filmin hikayesi, 1970'li yıllarda New York Polis Teşkilatı'nda narkotik bölümünde görevli Dedektif Robert Leuci'nin () tanıklığında, 52 polisin mahkumiyetiyle sonuçlanan davanın ardından, Leuci'nin yazdığı filmle aynı adlı romana dayanır. Filmin çekimlerine başlanmadan önce projeyi, Serpico'da işlediği temaları genişletmek adına iyi bir fırsat olarak gören Lumet, yönetmenliği üstlenmek için stüdyoya karşı iki şart ileri sürer. Birincisi filmin süresinin en az üç saat olması, ikincisi ise başrol için tanınmayan bir oyuncunun bulunmasıdır. Sonuç olarak filmin süresi üç saati aşmaz ama en azından 168 dakikayı bulur. Başrol için ise her ne kadar Forman başyapıtı Hair ile sıkı bir çıkış yapmış olsa da, o dönem için çok da tanınmayan bir aktör olan Treat Williams seçilir.  Williams, Ciello'nun yaşadığı tüm çıkmazları başarıyla yansıtan üstün performansıyla doğru tercih olduğunu kanıtlar. Filmin geniş oyuncu kadrosunda ayrı bir parantezle anılmayı hak eden bir diğer isim ise Dedektif Gus Levy rolündeki Jerry Orbach'tır.

Son tahlilde, Sidney Lumet'in polisiye sinemanın klasik iyi-kötü çatışmasına zerre kadar prim vermeden, tüm zaaflarıyla kanun adamlarının dünyasına gerçekçi bir bakış attığı, doğru ya da adil olanın ne olduğu sorularını kışkırtıcı biçimde sorgulayan ve korku, pişmanlık, vicdan azabı gibi duyguları seyirciye de iliklerine kadar hissettiren bir film Prince of the City. Kendi türü içinde hakkı hâlâ teslim edilmemiş bir doruk noktası olmasının yanısıra, yaşayan en büyük yönetmenlerden birinin de kanımca en iyi eseri.











Üçleme, "triloji" veya "üçlü yapıt" ...
Birbirinin devamı niteliğinde olan, birbiri ile karakterler veya konu açısından bağlantılı olan üç eserden oluşur. Genellikle edebiyat, sinema, video oyunu ve tiyatro alanlarında kullanılır.  Bu türdeki eserler bazen bir bütün, bazen de üç ayrı çalışma olarak kabul edilir.


Ben sinema tarihinde önemli yeri olan üçlemeleri öğütüyorum...