Neredesin ? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Neredesin ? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ekim 2015 Pazartesi

TROYA (Truva)


Troya kentlerinin çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim

Troya veya Truva (Hititçe: Vilusa ya da Truvisa, Yunanca: Τροία [Troia] veya Ίλιον [İlion], Latince: Troia veya Ilium) Kaz Dağı (Antik İda Dağı) eteklerinde, Çanakkale il sınırları içinde yer alan tarihî kent. Homeros tarafından yazıldığı sanılan iki manzum destandan biri olan İlyada'da bahsi geçen Truva Savaşı'nın gerçekleştiği antik kenttir. 1870'lerde Alman amatör arkeolog Heinrich Schliemann tarafından Tevfikiye köyü civarında keşfedilen antik kentte çıkan eserlerin çoğu günümüzde Türkiye, Almanya ve Rusya'dadır. 

Fransızca'nın etkisiyle antik kentin bu dildeki "Troie" kelimesinin okunuşundan Türkçe'ye Truva olarak geçmiştir. Kentin adı Yunanca belgelerde Τροία (Troia) olarak geçer. Bazı uzmanlar, kentin Türkçe "Troya" olarak anılmasının daha doğru olduğunu savunmaktadır. Bununla birlikte Türkçe belgelerde Truva adı Truva Savaşı, Truva Atı örneklerinde görüldüğü gibi yaygın olarak kullanılmaktadır.

Antik kent, Çanakkale merkez ilçesine bağlı Tevfikiye köyünün batısında, "Hisarlık Tepesi"nde bulunur. Tepe, 200x150m boyutlarında, 31.2m rakımlı ve aynı zamanda geniş bir kalker tabakasının parçasıdır. Hisarlık Tepesi'nde bir antik kentin olduğu uzun süre bilinmesede, tepenin isminden de anlaşılacağı gibi bölgede arkeolojik kalıntıların yüzeye yakın olduğu ve bu yüzden yerel sakinlerince tepeye Hisarlık adı verildiği görüşü savunulabilinir. Ayrıca Troya kentinin kurulduğu zamanlarda Hisarlık Tepesi, Karamenderes ve Dümrek Çaylarının döküldüğü ve Çanakkale Boğazı'na açılan bir koyun kenarında, bugüne göre denize çok daha yakın bir yerde bulunduğu düşünülür. Kentin bulunduğu ve adını verdiği, bugün yaklaşık olarak Çanakkale İli'nin Asya kıtasında temsil eden tarihsel bölge Troas (ya da Troad) olarak adlandırılır.

Antik kent, 1998 yılından beri Dünya Miras Listesi'nde, 1996 yılından beri de Milli Park statüsündedir.
Heinrich Schliemann'la (1871-1890; Alman tüccar ve amatör arkeolog) başlayıp, Wilhelm Dörpfeld (1893-1894; Dörpfeld, Yunanistan'ın Tiryns kentindeki Miken sarayının kazısını gerçekleştiren Alman arkeolog, mimar ve Eski Yunan mimarlığı uzmanı. Ayrıca ünlü Alman arkeolog Schliemann'ın Hisarlık'ta başlattığı Troya kazılarını da sürdürmüştür.), Carl Blegen (1932-1938; Amerikalı Arkeolog) ve Manfred Osman Korfmann'la (1988-2005; Alman arkeolog) devam eden kazılar sayesinde, Troya Akdeniz coğrafyasında en iyi araştırılmış tarihöncesi yerleşme olma özelliğini kazanmıştır. Çok disiplinli arkeolojik araştırmalar sayesinde Troya'nın I'den X'a kadar olan yerleşme tarihinin rekonstürksiyonu yapılabilinmiştir.

Araştırma tarihi ve neredeyse kesintisiz yerleşimiyle Troya, Eski Dünya'nın İlk Tunç Çağı'ndan Roma Dönemi'ne kadar olan kronolojisi için çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu önemi nedeniyle de, Troya'nın hiç kuşkusuz bin yıllarca etkileşim alanındaki çevresini de (Troas, günümüz Çanakkale bölgesi) her anlamda etkilemiştir. Anadolu yarımadasının kuzey batısında yer alan Troas (Çanakkale Bölgesi) konumu nedeniyle Avrupa ve Asya'nın; Ege ve Karadeniz'in kesiştiği bir konuma sahiptir. Troas, Türkiye topografik bölgeleri arasında Kuzey Anadolu dağlık ve vadi havası olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu bu bölge, Marmara Bölgesi güneyindeki dağlık ve havzalık alan olarak tanımlanmaktadır.

TARİHÇE:
Kent, Çanakkale Boğazı'nın güneyinde bir liman kenti olarak kurulmuştur. Zamanla Karamenderes nehrinin kent kıyılarına taşıdığı alüvyonlar nedeniyle denizden uzaklaşmış ve önemini yitirmişitir. Bu yüzden yaşanan doğal felaketler ve saldırılar sonrasında yeniden iskan edilmeyip, terk edilmiştir.

Troyalılar, Sardis kökenli Herakleid hanedanının yerine geçmiş ve Anadolu'yu 505 yıl boyunca Lidya krallığı Candaules (MÖ. 735-718) dönemine dek yönetmişlerdir. İyonlar, Kimmerler(MÖ 10 ve MÖ 14'üncü yüzyıllardan MÖ 8'inci yüzyılın ilk yarısına kadar İdil Nehri’inden Karadeniz’in kuzeyine doğru uzanan geniş bir alanda Kimmerya’da yaşamış savaşçı bir ulustur. Korkusuz ve cesur savaşçılar olarak ün salmışlardır.), Frigyalılar(Sakarya Irmağı ile Büyük Menderes'in yukarı çığırları arasında kalan bölgenin eski çağdaki adıdır. Bu ad, Balkanlar’dan gelip bu bölgeye yerleşen Friglerden geliyordu.), Miletliler onlardan sonra Anadolu'da yayılmış, ardından MÖ. 546 yılında Pers istilası gelmiştir.

Troya antik kenti, Athena(Yunan mitolojisinde zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçasıdır. Roma mitolojisinde Minerva diye anılır. Babası Tanrıların başı Zeus, annesi ise Zeus'un ilk karısı olan hikmet tanrıçası Metis' tir. Sembolleri, kalkan, mızrak, zeytin dalı ve baykuştur. Mızrak savaşı, zeytin dalı barışı, gök gözlü baykuş da bilgeliği temsil eder. Athena, Atina kentinin baş tanrıçası ve koruyucusudur, kent ismini de ondan almıştır.) tapınağı ile özdeşleşmiştir. 
Pers egemenliği sırasında imparator I. Serhas( veya Kserkses "Xerxes" (Persçe: Hşayarşah (hükümdarlık: MÖ. 486-465) Ahameniş İmparatorluğu'nun Pers kralıydı. Yunanca Eski Pers hükümdar adlarından Xšayāršā (Hşayarşa) sözcüğünden gelen Serhas, "kahramanlar kralı" anlamına gelir) çıktığı Yunanistan seferinde, Çanakkale Boğazını geçmeden önce kente gelerek bu tapınağa kurban sunduğu, aynı şekilde Büyük İskender'in de Perslere karşı giriştiği mücadele sırasında kenti ziyaret ettiği ve zırhını Athena tapınağına bağışladığı tahrihsel kaynaklarda belirtilir.

Eski Troya'yı canlandıran maket kent merkezinde, Troy filminde kullanılan atın yanı başında

Troya kentlerinin çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim

Troya’da yapılan kazılar sonucu 9 medeniyet katı ortaya çıkarılmış. 

Troya I. (M.Ö. 3000-2500)
Kentin en eski yapı evresi. Schliemann yarması olarak  adlandırılan yerde, balık sırtı taş örgülü, poyraza açık ev dizisi olarak izlenmektedir.
Troya 1'in en gelişmiş evresi 1.yy'da kentin çapı 90 metreydi. Troya 1'in ana girişi güney tarafta ve duvarı çok iyi korunmuş durumdadır. İki kule ile savunulan kent kapısı 2.97 metre enindeydi. 3 metre kadar genişlikte dar bir koridor şeklinde bu girişin iki yanında üçgen şeklinde yapılmış olan savunma kulelerinin de doğu yönündekinin alt kısmı ve bitişindeki sur kalıntıları görülebilir. 

Schliemann Yarması

Troia I Kuzeyden Schliemann Yarması'ndaki uzun evlerin taş temelleri.

Yüksekliği 3.5 metreye yakın olan kule kalıntısının tabanının irü taşlardan oluştuğu, duvarlarının da yukarıya doğru çıktıkça küçülen taşlardan örüldügünü görmekteyiz. 1987 yılında Troya 1 evresine ait duvarların hemen hepsi temizlenmiştir. Schilemann yarmasındaki yapılar Troya 1 evresine aittir ve MÖ. 3000-2800'lere tarihlenmektedir. Troya 1 büyük bir tahriple son bulmuştur.

Troya II (M.Ö. 2500-2300) 

Kentin eğimli surlarla çevrelendiği ve yukarı hisara yönleri güneye bakan büyük konutların (megaronlar) inşa edildiği evre. Kenti çevreleyen surlar eğimli, temelleri taş, üst kesimleri kerpiç.. Rampalı kapı ise savunma tekniği açısından dünyanın en eski ve en iyi korunmuş örneği.

Rampalı Kapı

Troya 2'nin çapı 110 metreyi geçmekte ve 7 yapı katından oluşmaktaydı. Troya 1 bir yangınla son bulmasına rağmen Troya 2'de gelişmeler görülür. Fakat kültür değişikliği yoktur. Eski dünyanın batısında, bir plan sistemi gösteren ilk kent olma özelliğini taşır. Schilemann tarafından 1871-90 yılları arasında yapılan çalışmalarda Troya 2 yapı katmanları arasında ele geçirilen hazine buluntusu çok gelişmiş bir metal işçiliğinin örneği ve gelişmiş bir dış ticaretin göstergesidir. 

Schilemann, Priamos'un diye nitelediği hazineyi Troya 2'nin rampalı kapısının batı duvarı dibinde bulmuştur. 

Kazılarda Troya 2'ye ait buluntuların çoğunun 1 metre kalınlığında bir yangın molozunun atından çıkması, bu kentin ani bir istilaya uğradığının bir göstergesidir. Bu nedenle Schilemann burayı Homeros'un İlyada'sında geçen Troya olarak nitelendirmiştir. Aynı dönemde Batı Anadolu ve Kıta Yunanistan'ındaki çeşitli yerleşimlerdeki benzer yıkımlar ve izleyen dönemde bu kentlerin kültür yaşamında görülen uzun süreli durgunlukların MÖ. 2000 yıllarının başlarında Orta Avrupa'dan gelen Hint-Avrupa kökenli göçlerden olduğu sanılmaktadır. Troya 2'yi dışardan gelen göçmen toplulukların yıktığı ve buraya yerleşmeden yollarına devam ettikleri sonucuna varılmıştır.

Troya III. (MÖ 2200-2050)

Troya III: Hisarlık höyüğündeki 3. Erken Tunç Çağı yerleşmesinde yaşam şeklinin pek değişmediği görülmektedir. Bu dönemde 4 yapı evresi saptanmış ve höyüğün 3 metre daha yükseldiği anlaşılmıştır. Evlerin döşemelerinin daha önceki gibi sıkıştırlmış kil ya da toprakla kaplandığı, duvarların da aynı şekilde örüldüğü biliniyor olsa bile bu dönemde bağımsız konutlara rastlanmamaktadır. Bitişik yapılan evlerin arasında kalan sokaklar oldukça dardır. Daha önceki dönemden farklı olarak, kent surlarının tamamen taştan yapıldığı ve hatıllarla güçlendirilmiş kerpiclerin kullanılmadığı görülmektedir. Son yapılan kazılarda Troya 4'ün altındaki tabakalarda bir sınır ya da teras duvarı ortaya açığa çıkarılmıştır ve bunun Troya 2'nin sonu olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, kuzeye doğru, üzerinde beyaza boyanmış kerpiçlerin olduğu, bir yapıya ait taş temel bulunmuştur. Bu dönemde pişmiş kap üretiminde ve dokumacılıkta eskiden beri bilinen gelenekler sürdürülmüştür.

Troya IV. - V. (M.Ö. 2300-1900) 
Kentin bu yapı katları silik izlerle saptanmıştır.

Troya VI. (M.Ö. 1900-1300) 
Kentin gelişmiş evresi. 

Surlar genişletilerek kulelerle desteklenmiş. Kent örenine giriş, eğimli, eklemli surların önünden ve bindirme sur duvar aralığına yerleştirilmiş doğu kapısından başlar. Güney kapısı silik kalıntılarına karşın altından su kanalı geçen, dış kesiminde koruyucu stellerin dikili olduğu gösterişli bir kule olarak tasarlanmıştır. Direkli ev ve VI M yapısı gibi büyük ve yeni bir plan anlayışı taşıyan konutlar bu evredendir.
Troya 6, 300.000 m2 bir alana yayılmıştır. Sekiz yapı katından oluşan 6'ncı yerleşme üç ana evre gösterir. En parlak devir Troya 6(fe) evreleridir. Kazılarda ele geçen buluntular, tamamıyla yeni plan ve yapılar, Troya 6'nın o döneme kadarki yaşayanlarından başka insanlarla ilişkisi olmuş olabileceğini akla getirmektedir. 


Sur duvarı, birbirine beş kapıyla bağlanan altı bölümden oluşur. Surun en görkemli bölümü 6g evresine giren bir kuledir ve uzunluğu 18, genişliği 8 metredir. Kulenin ortasında keskin köşeli bir sarnıç ve onun içinde sekiz metre derinlikte kayaya oyulmuş bir kuyu vardır. Bu kuyudan kuşatma sırasında yararlanılıyordu. Uzunluğu 41.5, genişliği 4.5 m. olup yüksekliği 4 m'yi geçen duvar boyunca dört dikey çıkıntıya rastlanır. 

Troia VI Doğudan kale duvarı, kuleler ve saray binaları.

Troya Meyilli Duvar


Troya Meyilli Duvar (illüstrasyon)

Troya kentine ait bir kapı ve kapının arkasında uzanan caddenin görünüşü.

Troia VI Kale duvarı güney kapısı, kuleler, steller ve su kanalının güneyden görünüşü.

Troya VII. (M.Ö. 1300-1200) Buluntular açısından kıta Yunanistan'ı ile ilişkilerin belirdiği evre. 
Troya savaşlarının yaşandığı evre olarak kabul edilir. İzleyen evre Troya VII b, depremle oluşan yangın sonucunda ortadan kalkmıştır.

Troya VIII. (M.Ö.900-350) 
İlion adındaki yerleşim yeri 

İ.Ö. 7. yüzyıldan başlayarak Ege ve Akdeniz dünyasından gelen nesnelerle tanımlanmaktadır.
Bu evrenin buluntuları 7. yüzyıldan eskiye gitmez. İlk yapılara batı kapısının doğusunda rastlarız. Burası yukarı Temenos olarak adlandırılan sunağın altına rastlamaktadır. Sunak Hellenistik dönemde yapılmıştır. Sunağın batısında bulunan ve kare plana sahip başka bir sunak ise Agustus dönemine aittir. Yukarı temenosun güneyinde "aşağı temenos" adı verilen ve içinde iki sunağın bulunduğu kutsal yer de Helenisitik dönemde inşaa edilmiştir. Bu dönemdeki en önemli yapı Athena tapınağıdır. 


Tapınak ve onu çeviren kutsal alan ve anıtsal giriş kapısının yapılması için düz bir platform elde etmek üzere höyük tepesinde bulunan eski yapı kalıntılarının bir kısmı yıkılarak düz bir saha açılmış ve üzerine inşaa edilmiştir. Bu yüzden bu devreye ait cevaplanamaycak sorular ortaya çıkmıştır. Geriye kalan son kalıntılar da Schilemann'ın büyük açmasıyla ortadan kalkmıştır. Homeros'un İlyada'sında Athena tapınağından bahsetmesi ve tapınağın kentin en yüksek noktasında bulunduğunu söylemesi arkeologları buranın bir tapınak olabileceği kanısına yöneltmiştir. Ancak, yapılan çalışmalarda yapının Athena Tapınağı olduğu konusunda herhangi bir somut kanıta rastlanmıştır. Tapınağın yeri Schliemann tarafında tamamen kazılmış olduğu için şu an burada derin bir çukur mevcuttur. Herodotos'a göre Xerxes burada tanrıçaya bin öküz kurban etmiştir. İskender ise Granikos zaferinden sonra tapınağı ziyaret edip armağanlar sunmuş ve daha sonra gönderdiği bir mektupta buraya görkemli bir tapınak yaptıracağı konusunda söz vermiş olduğu bilinir. Strabon, İskender'in bu isteğini Lisimakos'un yerine getirdiğini söyler.

Kuzeydoğu bastiyonu, merdivenler ve iç kesimdeki sarnıç (Troia VIII). 
Yunan-Roma (Troia VIII - IX) tapınak alanını çevreleyen temenos duvarının restorasyon sonrası hali.

Troya IX. (M.Ö. 350-400)  

Son yapı katında inşa edilen Athena tapınağı, günümüzde oldukça iyi durumda doğu teras duvarı ve sağa sola saçılmış mermer mimarlık parçaları ile tanınır. Tapınağın avlu düzlemine ilişkin döşemeler, kent öreninde tüm zamanların yarattığı tabakalaşmanın en üst düzlemini gösterir. Antik çağın kalıntıları, güneyde  Küçük Tiyatro, boulevterion olarak izlenirken, kazı çalışmaları yeni başlamış olan kuzey yönündeki Büyük Tiyatro yapısı, kentin Hellenistik ve Roma çağında ünlü ozan Homeros’un yaşatıldığı bir müze kent konumunda değerlendirildiğinin kanıtıdır.
IX. Troya’dan Hellenistik Zeus başı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen yüksek sanat değerli bir ilkçağ yapıtıdır.
kopyala-yapıştır kaynak: www.iamistanbul.tv/haber/troya-ii-iii-yerlesmeleri-hazine-buluntulari


TROYA ANTİK KENT KALINTILARI:

Heinrich Schliemann ve "Priamos’un Hazinesi"nin takıları  ile karısı Sophie Schliemann

Schliemann'ın kaçırdığı eserleri, 5 Ağustos 1873 günü Almanya'daki bir gazetede "Troia Kralı Priamos'un Hazineleri" olarak yayımlaması, kısa süre içerisinde hem kendisinin hem de buluntuların ünlü olmasını sağlamıştır. Bir süre Avrupa'da sergilenen buluntular, dünya kamuoyuna Schliemann tarafından, karısının takılarla çekilmiş fotoğrafıyla tanıtılır. Eserler II. Dünya Savaşı'na kadar Berlin'de sergilenir. Savaş sonrasında, pek çok diğer sanat eserleriyle birlikte ortadan kaybolan eserlerin akıbeti uzun süre bilinemez. 

Troya buluntularının önemini başından itibaren bilen Osmanlı Devleti, İzzettin Efendi'nin yürüttüğü soruşturma sonunda Dahiliye Nezareti'nce kaleme alınan belge, Schliemann'ın Troia Kralı Priamos'a ait olduğunu söylediği hazineleri Atina'ya ne zaman, kaç kerede, kimlerin yardımıyla ve nasıl kaçırdığı konularındaki şüpheleri ortadan kaldırdı.  
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, Heinrich Schliemann ile ilgili uluslararası arkeolojik araştırma makalesi hazırlamak için uzun süren bir araştırma yaptı. İki öğretim üyesi, Schliemann'ın 'Priamos Hazineleri' olduğunu ileri sürdüğü hazinelerin kaçırılışıyla ilgili arşivlerde ne kadar belge varsa hepsini tek tek taradılar. Osmanlı arşivlerinden çıkan bir belge hazinelerin kaçırılışıyla ilgili pek çok bilinmeyene ışık tuttu. Troia hazinelerinin Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında Yunanistan'ın Atina kentine kaçırılışının ardından olayla ilgili Osmanlı Devleti'nin başlattığı soruşturmanın belgeleri gün ışığına çıktı. Dahiliye Nezareti'nce 24 Temmuz 1874 tarihinde Osmanlıca olarak kaleme alınan belge, olayla ilgili sır perdesini ortadan kaldırdı. 
Osmanlı Arşivi'nde ortaya çıkan belgenin Schliemann'ın hazineleri kaçırışı ile ilgili olarak Osmanlı Devleti'nin açtığı soruşturmanın detayları hakkında bilgiler verdiğini söyledi. Sönmez, "Osmanlı Devleti, Schliemann hazineleri Atina'ya kaçırdıktan sonra hemen soruşturma başlatmış. İzzettin Efendi'yi de bu soruşturma kapsamında görevlendirmiş. Soruşturma sonunda, Dahiliye Nezareti'nce hazırlanan belgede, Schliemann, Hükümet tarafından tayin edilen Emin Efendi'nin memuriyeti zamanında çıkarılmış olan eşyaları 1873 senesi Nisan ayı başında ve aynı senenin Mayıs ayı sonunda olmak üzere iki kez, Kumkale nahiyesinde bulunan Karanlık Liman isimli yerde, kereste yüklemek üzere gelmiş olan Yunanlı kaptan Andreya'nın gemisine koyarak kaçırmıştır. Üçüncü defasında ise, hafif olup da koyun ve koltuğa sığabilen altın mücevherleri bir kasa içerisinde, kendisi ile yanındakiler ceplerinde olarak Kumkale İskelesi'nden Abdullah reisin kayığıyla Kale-i Sultaniye gümrük idaresine getirip oradan Atina'ya götürmüştür" denmekte. Bu ifade, Schilimann'ın Troia'da bulduğu hazineleri tek değil, üç seferde kaçırdığını gözler önüne seriyor dedi.

Sönmez, "Osmanlı Devleti, hazineler için Yunan hükümetine başvurmuş. İşi takip etmek için de o dönemin müze müdürü Anton Dethier'i görevlendirmiş. Bir avukat atanmış. Yunanistan'daki ilk mahkeme Mart ayında başlamış ve Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanmış. Daha sonra Osmanlı Devleti itiraz etmiş. Yüksek mahkemeye giderek bu kararını iptal ettirmiş. Hemen akabinde Schliemann'ın evine bir haciz gelmiş. Ama bu durumu önceden Yunan hükümetinden öğrendiği için hazineleri evinden kaçırdığı tahmin ediliyor. Daha sonra Osmanlı Devleti 9 ay süren süren mahkeme sürecinin ardından bu işi anlaşma ile neticelendirmek zorunda kalmış. Schliemann, Osmanlı Devleti'ne 50 bin Frank ödemiş ve dava kapanmış. Oysa, Osmanlı, başlangıçta 1 milyon Frank'ın üzerinde bir para istemiş. Ama o günün şartlarında bunu elde etmek imkansız olduğundan Osmanlı Devleti 50 bin Frank'ı kabul etmek zorunda kalmış" dedi.

Doç. Dr. Rüstem Aslan, "Şimdiye kadar, Schliemann'ın 31 Mayıs'ta Troia'da önemli bir hazine bulduğunu, ve bunu Calvert'in çitliğine yolladığını, ardından da Atina'ya kaçırdığını ve karısı Sophia Schliemann'nın hazineler bulunurken iddia edildiği gibi Troia'da olmadığını biliyorduk. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hazinelerin bir kısmının gerçekten Troia'da bulunup bulunmadığı konusunda hala şüpheler vardı. Bir iddiaya göre, buluntular bir tek büyük hazineydi ve 31 Mayıs'ta bulunup kaçırıldı. Bir başka iddiaya göre ise, buluntular küçük küçük hazinelerdi ama Schliemann sansasyon yaratmak için büyük hazine bulduğunu söylüyordu. İşte bu belge, Schliemann'ın Troia'da 1873 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında küçük küçük hazineler bulup, bunları üç ayrı seferde kaçırdığını ve hazinelerin tek bir büyük hazine olmadığını ortaya koydu. Ayrıca hazinelerin hepsinin Troia'da bulunduğunu gösterdi. Bu da Troia hazinelerinin sırrını çözüyor" dedi.

Sovyetler Birliği’nin 90’lı yılların başında parçalanması sürecinde 1992 yılında, Troya hazinelerinin, Moskova'daki Puşkin Müzesi'nin deposunda saklandığı açıklanır. II. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in tasarladığı müze için Avrupa'dan savaş ganimeti şeklinde eser toplayan genç subay Antonova, hazineleri doğrudan Puşkin Müzesi'nin depolarına saklamıştır. Troya ören yerinden Schliemann dönemi kazıları sırasında çıkan, Osmanlı Devleti'nin el koyarak İstanbul'daki müzeye yolladığı küçük bir hazine daha olsa da, Troya eserlerinin büyük bölümü maalesef çıkarıldığı topraklardan koparılarak götürülmüştür. 
kopyala-yapıştır kaynak: www.yurthaber.mynet.com/canakkale-haberleri/kayip-hazinenin-sirri-cozuldu-44223 (Rüstem Aslan)

Truva II den Altın Mücevherler
Resimde görülen alınlık, küpe vb. diğer Troya hazinelerinin tamamına yakın bir kısmı Rusya'dadır.

Büyük Diadem
(Moskova, Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi)

Diadem (diadema) Antik dönemde kralların sahip oldukları otoriteyi göstermek için başlarına taktıkları (bağladıkları), bir düğümle sona eren ve omuzlara inen iki şeritten oluşan beyaz kurdele. Terim'in anlamı zaman içerisinde genişlemiş ve genellikle başa takılan çember şeklindeki Tac'ı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. 
Diadem, aynı zamanda kadınlar tarafın yarım tac şeklinde başın ön kısmına takılan bir (tiara olarak da adlandırılır) ziynet eşyasının da adıdır.



Kral Laodemon'u öldüren Herkül
(Gavardo Arkeoloji Müzesi - Brescia, İtalya)

İstanbul Arkeoloji Müzelerinde yer alan "C hazinesi"nden küpeler, altın külçeler ve bilezik.

Figürinli kap, Troia II, MÖ 2550-2350, pişmiş toprak, Çanakkale Arkeoloji Müzesi

AGAMEMNON MASKI 
M.Ö. 1200'lerde yapılan Troya savaşında Akhaların başkumandanı olan Agamemnon Maskı gerçekte kendisinden 300 yıl önce yaşamış bir prense aittir. Mykene'de yapılan kazı çalışmaları esnasında günışığına çıkan eser günümüzde Atina Ulusal Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır.   

 Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı Troya - Priamos Hazinesi 

Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı Troya - Priamos Hazinesi 

Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı Troya - Priamos Hazinesi 

Troia IX Odeion'da bulunan zırhlı İmprator Hadrian heykeli. 
(Çanakkale Arkeoloji Müzesi)

Helios , güneş tanrısı arabası ve dört atı ile , MÖ.3.yy 
Truva Athena tapınağında Schliemann tarafından bulunmuştur. 
(Berlin, Pergamum Museum) 



21 Ekim 2015 Çarşamba

ELEA OKULU


Elea Kalıntıları (Romalılar tarafından "Velia" olarak anıldı.)

Elea Okulu, İtalya'nın batı kıyılarında yer alan Alento Irmağı'nın denize döküldüğü yerde kurulan ve bir Yunan kolonisi olan Elea (Elaia) kentinde kurulmuş bir felsefe okulu olduğu için bu adı alan ilk felsefe okullarının en önemlilerinden biridir.

Elea Okulu'nun, birçok öğrenci yetiştirmiş ve çok önemli felsefi düşüncelerin temsilciliğini yapmış olduğu bilinmekle birlikte, adları felsefe tarihinde her zaman gündeme gelen üç büyük filozofu vardır; bunlar: 


Ksenophanes (Xenophanes; MÖ. 570-480): Sokrates öncesi düşünürlerden Ksenofanes Kolophonlu'dur (şimdiki İzmir-Değirmendere Köyü). MÖ. 540 yılında Anadolu'nun İranlılar tarafından işgal edilmesiyle yurdundan ayrılmak zorunda kalır. Antik Yunan kentlerinde yetmiş yıl süren bir geziden sonra, yaşamının sonlarına doğru Napoli’nin güneyindeki Elea'ya yerleşir. Çoktanrıcılığa karşı tek tanrı polemiğini orada yapmış, Homeros'la Hesiodos'a karşı çıkarak Tanrı'nın birliğini ve değişmezliğini savunmuştur. İnsan ve kültür sorunlarına ilgi duymuş. İçinde yaşadığı Yunan toplumunun ve kültürünün temel kurum, kavram ve değerlerini sorgulamıştır. Bunun için sıkı eleştiriler getirmiş, eleştirilerini ise hiciv biçimiminde ifade etmiştir. Düşüncelerinin halk üzerinde etkisi olmamışsa da tanrının, yerinde durarak, dünyayı düşünmekle kımıldattığı şeklindeki öğretisi, Aristoteles tarafından ele alınmak ve tamamlanmak suretiyle yüzyıllar boyunca hüküm sürmüştür.


Parmenides (M.Ö. 501-450): Doğa filozoflarından sayılmakla birlikte, Antik Yunan felsefesinde rasyonalizm geleneğinin ilk filozoflarından biridir. Yalnızca düşünür olarak değil yasakoyucu ve devlet adamı olarak da rol oynadığı sanılmaktadır. Parmenides'e göre, evrende değişen hiçbir şey yoktur. Gerçeklik, yani varlık, mutlak anlamda birdir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez, ezeli ve ebedîdir; onda hareket ve değişme yoktur. Herakleitos ile sürekli yaşadığı varlık ve evren hakkındaki tartışmalarıyla da ünlüdür.


Zenon (Elealı Zenon, MÖ. 490-425): Parmenides'in izleyicisi olan Antik Yunan filozofu, Elea Okulu'nun en önemli filozofları arasında yer alır. Zeno, hocası Parmenides'in bir'ci anlayışını ve yalnızca varlık'ın değişmez gerçek olduğunu öne süren görüşünü geliştirmiş, çokluk ve değişmenin gerçek olduğunu savunan karşıt görüşlerin tezlerine karşı mantıksal güçlükleri gözler önüne seren dolaylı kanıtlarla değişimin olanaksızlığını göstermeye çalışmış, ileri sürdüğü örneklemeleriyle felsefe tarihinde ün kazanmıştır. MÖ 490 - MÖ 425 yılları arasında yaşadığı rivâyet edilse de doğum ve ölüm tarihi kesin değildir. Zeno bir mantık ustası ve diyalektik düşüncenin en önemli geliştiricilerinden biridir. İleri sürdüğü önermeler, felsefe tarihinin en önemli paradoksları arasında yer almaktadır. Bunlardan en ünlüleri Aşil paradoksu ve Ok paradoksu olarak belirtilebilir. Zeno bu örneklemelerden hareketle değişimi bir yanılsama olarak formüle eden felsefesini temellendirir. İlk paradoksta, ünlü bir Yunan koşucu olan Aşil, bir kaplumbağayla yarışacaktır. Kaplumbağa biraz daha önde olacaktır koşuya başlarken. Zeno, bu koşuda hızlı Aşil'in hiçbir zaman kaplumbağayı geçemeyeceği, bunun mantıksal olarak mümkün olmadığını öne sürer. Çünkü her seferinde Aşil'in aşması gereken bir mesafe kalacaktır, kaplumbağanın bulunduğu noktaya her gelişinde kaplumbağa bir başka noktaya geçmiş olacaktır ve Aşil'in onu geçebilmesi için her seferinde bu noktaları öncelikle geçmiş olması gerekir. Ok paradoksunda da benzer bir sonuca varılır. Buradaki temel argüman şöyledir: Mesafe sonsuz noktalardan oluşmaktadır ve bunlar sonlu bir süre içinde geçilemezdir. Böylece Zeno mantıksal ve diyalektik olarak bilinen diyalektikcilerin tam karşıt yönünde hareketin ve değişmenin olanaksız olduğunu, bunların bir yanılsama olduğunu ve temelde varlık'ın değişmeyen bir halinde bulunduğunu öne sürer.


Felsefe tarihinde Sokrates öncesi olarak kabul edilen dönemin en önemli okullarından olmuştur. Varlık, varoluş, yanılsama, birlik gibi kavramlarla felsefi tezlerini yürütmüş, mantık ve diyalektik aracılığıyla, varlığın birliği ve bölünemezliği, değişme ve hareketin olanakızlığını kanıtlama yoluna gitmişler, ilk önemli rasyonalist düşünürlerden olmuşlardır.


kopyala-yapıştır kaynaklar: tr.wikipedia.org


18 Ekim 2015 Pazar

İYONYA


İyonya (Yunanca: Ιωνία / Ionia)
Anadolu'da bugünkü İzmir ve Aydın illerinin sahil şeridine Antik Çağ'da verilen addır.

İyonlar muhtemelen M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’nun batı kıyılarına Yunanistan bölgesinden gelen Aiol ve Dorlar gibi yerleşen İyonlar, yaşadıkları bölgeye adlarını vermişlerdir. İyonya, batıda Ege Denizi, doğuda Lidya ve güneyde Karya ile Dor şehir devletleriyle çevrelenmiştir. Strabon bölgenin kuzey ve güney sınırlarını Hermos (Gediz Nehri) ile Maiandros (Büyük Menderes Nehri) Irmakları olarak belirlemiştir. Ayrıca Sakız Adası ve Sisam Adası gibi adalar da, İyonya içinde sayılır.

Bugün Yunanistan’ın bulunduğu bölgeden gelen İyon kavimleri burada yerleşmişler. Yüksek bir uygarlık kurmuşlardı. Kıyı şehirleriyle Ege Denizi’ndeki adaların bir kısmı İyonlara aitti. İyonlar 12 şehir devleti kurmuşlardır ve bu 12 İyon şehrinin MÖ.1000 yılında kurulduğu tahmin ediliyor. Bu şehirler kısa bir süre içinde gelişmiş, batının birer uygarlık merkezi hâline gelmişti. 

MÖ.700 yılında Lidya Kralı Giges, İzmir ve Milet şehirlerini istilâ etti, diğer şehirler ise ekonomik açıdan Lidya’ya bağlandı. MÖ. 560-545′te Lidya Kralı Kresus, İyonya’yı Lidya Krallığı’nın egemenliği altına aldı. Lidya Krallığı’nın Persler tarafından yıkılması ile Persler'in egemenliğini kabul ettiler.

İyonlar denizci insanlardı. Birçok Akdeniz limanlarına mal taşıyarak hayatlarını kazanıyorlardı. MÖ. VIII.-VII. ve VI. yüzyıllarda en parlak devrini yaşayan İyon uygarlığı, V. yüzyılda Atina Uygarlığı'nın doğmasında önemli rol oynamıştır. İyonya, İyon felsefesinin beşiğidir. İyonya’da filozoflar, kendi aralarında bir İyon felsefesi kurmuşlardı.

Bu filozofların başında Thales gelir. Thales doğada en üstün kuvvetin su olduğuna inanmıştır. Thales’ten sonra Anaksimander ile Anaksimenes de her şeyin belirli bir kudrete bağlı olduğunu söylemişlerdir. Anaksimenes en üstün kuvvetin hava olduğunu söylemiştir.

İyonlar heykelcilik ve mimarlıkta da çok ilerlemişlerdi. Efes’teki Artemis Tapınağı, Samos’taki Hera Tapınağı İyonya mimarlığının şaheserleridir.

Bölgede bulunan 12 bağımsız sahil kenti (kuzeyden güneye) Phokaia (Foça), Klazomenai, Erythrae, Teos, Kolophon, Lebedos, Ephesos (Efes), Priene, Mydnos, Miletos (Milet), Smyrna ve Metropolis ile birlikte sayılan Khios (Sakız) ve Samos (Sisam) ada kentleri idi. Bu kentler MÖ. 1000 dolayında Dorlar'dan (Antik Yunanistan asıllı, Hint-Avrupa kökenli göçebe kabileler) kaçan Akalar (Homeros'un destanlarında eski Yunan halkları için kullandığı müşterek isimdir) tarafından kurulmuş 12 bağımsız şehir devletidir.


Phokaia Antik Kenti Surları
Fokaia, İzmir'in Foça İlçesi'nin Antik Çağ'da ve Bizans Dönemi'ndeki adı. Oniki İon kentinden biridir. Önceleri kentin kuruluşu MÖ 11. yüzyıl Aioller tarafından gerçekleştiği, MÖ 9. yüzyılda ise kentin İon tarafına geçtiği düşünülüyordu. Fakat yapılan son araştırmalar kentin kuruluş tarihini MÖ 2000'e kadar geri götürüyor.
Fokaia hakkında üç görüş vardır:
İlk görüş, adının fok balığında aldığı şeklindedir. Kent limanı açıklarındaki kayalıklar Akdeniz foklarının günümüzde bile yuvasıdır. 
İkinci görüş kentin Yunan Anakarası'nın da gelen Phokisliler tarafından kurulduğu yönündedir. İsmi de onlardan gelmektedir. 
Üçüncü görüş kentin Luwi dilinde sulak yer demek olan "Pa-uwa-ke" den geldiğini, bölgeye sonradan yerleşen Yunanların bunu "phokaa" olarak dillerine alıp sonuna Yunanca kendi yurdu demek olan "-ia" ekini eklediklerini savunur.



Klazomenai Antik Kenti
Klazomenai kentinin kalıntıları bugün Urla ilçesinin İskele Mahallesi'nde, denize komşu tarlalarda ve kıyıya yakın Karantina Adası üzerinde bulunmaktadır. İskele Mahallesi'nin antik çağda bir yarımada oluşturduğuna dair bulgular mevcutttur. Kazılar, Ege Üniversitesi adına 1981'den günümüze yürütülmekte olup, tarihi M.Ö. 4000 yıllarına kadar uzanan ve günümüzde kazıları ayrı bir organizasyon içinde sürdürülmekte olan Limantepe Höyüğü'nün komşusudur. 

Erythrai, Erythrae veya Litri (Yunanca: Ἐρυθραί) Antik Kenti

ErythraiÇeşme'nin 22 km doğusunda yer alır. Karaburun Yarımadası'nın en eski yerleşim bölgesi. Tarihte kurulan 12 İon kentinin en önemlilerinden birisi. Erythrai kentinin ilk kurucusu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros. Kentin ismi de Yunanca "kırmızı" anlamına gelen Erythros’tan türediği, toprağının kırmızı olmasından dolayı Kızıl Kent anlamında Erythrai kullanıldığı düşünülmekte. Erythrai'ya sırasıyla Atina Krallığı, İonlar, Lidyalılar, Persler, Büyük İskender, Bergama Krallığı, Roma, Bizans ve Osmanlılar hakim olur. Hangi dönem olursa olsun Ege Denizi'ndeki ticari önemini kaybetmez. Tarihin en ünlü filozoflarından Homer, Erythrai'yı güneşin en güzel battığı yer diye tanımlarmış. Erythrai kalıntıları arasında Athena Tapınağı, Helenistik Roma dönemi villaları, tiyatro, surlar, su kemerleri, tapınak biçimli mezar anıtı bulunur.

Teos Antik Kentik (Yunanca: Τέως) 
Eski İyonya'nın batısından yer alır.
Teos, antik coğrafyacı Strabon (MÖ 64 - MS 24), kentin önce Athamas, (ki bu nedenle ünlü lirik şair Anakreon tarafından Athamantis olarak adlandırıldığını), sonra İyon Kolonizasyonu döneminde Kodros'un gayri meşru oğlu Naoklos ve daha sonra Atinalı Apoikos ile Damasos ve Boiotialı Geres tarafından kurulduğunu bildirir.

Kolophon Kutsal Alanı (Antik Yunanca: Κολοφών)
Şehrin kalıntıları İzmir'in Menderes ilçesine bağlı Değirmendere Köyü'nde bulunmaktadır. 
Kolofon, İonia'nın en eski ve en önemli kentlerinden biri idi. Kent, M.Ö. 7. yüzyılın sonunda ya da 6. yüzyılın başında yaşadığı bilinen İzmirli ya da bu kentin bir yerlisi olan, ozan Mimnermos'un bir şiirinde "Asya'nın büyüleyici kıyısı" üzerinde bulunan "sevimli Kolophon" olarak geçmektedir. Mimnermos aynı zamanda kentin Neleus'un öncülüğündeki Pyloslu göçmenler tarafından kurulduğunu belirtmektedir. Kolophonlular, topraklarının verimliliği ve denizcilikteki ustalıkları nedeniyle çok varlıklıydılar. Kentlilerin zenginliği, rahat yaşam biçimini aşırı lükse dönüştürdü. Zaman zaman lüks giysili ve misk kokusu sürünmüş olan binden fazla erkek agorada gezinirdi. Antik yazarların düşüncesine göre lüks yaşam, Kolophon'un gücünü yitirmesine neden olmuştur. Buna karşın, Kolophonlular, eskiden M.Ö. 8. ve 7. yüzyıllarda savaşçı olarak ve özellikle binici olarak ünlü idiler.

Lebedos Antik Kenti, Seferihisar ile Selçuk arasındaki kıyıda Ürkmez Köyü’nün (Kısık Köyü) yanı başındaki küçük bir tepenin üzerinde kurulmuştur. 12 İon kentinden biri olup M.Ö. 7. yüzyılda kurulduğu tahmin edilmektedir
Horatius’un "Tekedilmiş Köy"” olarak tanımladığı Lebedos, Klasik dönemde sikke basmayan tek İon kenti olmuştur. Helenistik dönemde isminden hiç söz edilmemiş, Kral Antigonos bu kenti Teos topraklarına katmayı düşünmüştür. Lysimakhos’un buradaki halkı Ephesos’a yerleştirdiği ve lebedos’u tamamen ortadan kaldırdığından söz etmiştir. Buna rağmen kent varlığını sürdürmüş, MÖ 226'da Mısır kralı II. Ptolomaios’un egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bundan dolayı da 60 yıllık bir süre “Ptolemais” ismi ile anılmıştır. MÖ 2. yüzyılda Teos, Ephesos ve Myonnesos’dan kovulan dionysos sanatçıları buraya yerleşmiş ve kentin kalkınmasında biraz da olsa katkıları olmuştur.

Efes Antik Kenti
Efes (Yunanca: Ἔφεσος Ephesos), Anadolu'nun batı kıyısında, bugünkü İzmir ilinin Selçuk ilçesi sınırları içerisinde bulunan, daha sonra önemli bir Roma kenti olan antik bir Yunan kentiydi. Klasik Yunan döneminde İyonya'nın on iki şehrinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır. 1994'te UNESCO tarafından Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilen Efes, 2015'te ise Dünya Mirası olarak tescil edildi.

Priene Antik Kenti


Priene Harabeleri, Aydın'ın Söke İlçesi'ndeki Güllübahçe  Köyü'nün arka kısmında, Samsun Dağları'nın (Antik adı Mykale Dağı'dır) sırtlarında, 370m yükselikte yer alır. Priene Antik Şehri M.Ö. 350 yıllarında inşa edilmiş ikinci Priene şehridir. İlk Priene şehrinin yeri tam olarak bilinmiyor. Priene'in kelime anlamı, "Hisar Yurdu"dur. Miletli mimar Hippodamos'un (MÖ 498 - MÖ 408) planına göre yeniden yapılan bu kent, arkeolojide Hellenistik çağın en güzel kentlerinden biri olarak bilinir. Kentin "Naulochos" adında bir limanı olduğunu belgelerden biliyoruz; ama bu limanın yeri henüz belirlenememiştir. Birinci Priene şehrinin Büyük Menderes'in getirdiği alüvyonlar ile kaplandığı düşünülüp terk edildiği tahmin edilmektedir. Priene, 15 ila 20 bin kişilik olarak inşa edilmiş küçük ama son derece uygar bir kentti. Üyesi oldukları İon Konfederasyonu’nun senede bir düzenlenen Panion Etkinleri'ne de evsahipliği yapardı. Bu etkinlikler genellikle Mykale Dağları'nın (Dilek Dağı veya Samsun Dağı) kuzey yamaçlarında yapılırdı. 12 İon kentinden gelen temsiciler şehirlerin ortak sorunlarından bahseder, yapılacak çalışmaları belirler, ortak düşmanlarına karşı yapılacak hareketleri belirler ve dini ayinlerle tanrıları kendi taraflarına çekmeye çalışırlardı.

Myus Antik Kenti
İon Birliği üyesi on iki kentin en yoksul ve önemsizi belki de Myus idi.
Myus Antik Kenti, söylenceye göre Myus, Kodros’un bir başka oğlu tarafından kurulmuştu. Fakat konumu iyi seçilmemişti. Kent olasılıkla ilk günlerinden başlayarak sıtmanın pençesine düştü. Filizlenen İon Uygarlığı'nda Myus’un bir rol oynayamaması ve bildiğimiz kadarıyla ünlü bir kişi yetiştirememesi, belki de bu hastalığın yarattığı kasvetli ve sinir bozucu ortamdan kaynaklanmıştı. 

Milet (Miletos) Antik Kenti (Μίλητος, Milētos ve Latince Miletus)
Milet, Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde (klasik adı Meander olan) Büyük Menderes Nehri'nin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehridir. Şimdi Aydın'in Didim İlçesi'nde Akkoy'un 5 km. kuzeyinde ve Balat köyü yakınında bir harebe halinde olup limanı Büyük Menderes tarafından doldurulduğu için yaklaşık 10 km denizden içeride bir mevkidedir.
Miletos'un taş devrinden beri yerleşke olduğu bilinmektedir. Fakat Miletos ve etrafında bulunan adalarda taş devrinde yaşayanlar hakkında arkeolojik delil bulunmamaktadır ve bu Ege Denizi'nin sularının yükselemesine ve Büyük Menderes'in ağzının birkaç kere değişmesine atfedilmektedir. Arkeolojik araştırmalarla elde edilen bilgilere göre ise Miletos ilk olarak MÖ 3500-3000 yıllarında Cilalı Taş Devri'ni yaşıyanların bir yerleşkesi olmuştur.
  Smyrna Antik Kenti Agorası
Smyrna, İzmir Büyükşehir merkezinde iki farklı konumda yer alan arkeolojik kentler. Erken ve Arkaik Dönem Smyrna'sı, başlangıçta muhtemelen kurucusu kabul edilen Kral'a atfen "Tantalus Naulokhon" (Tantalus limanı) şeklinde anılan, sonradan aldığı "Smyrna" isminin etimolojisi konusunda çeşitli görüşler öne sürülen, İzmir Körfezi'ne uzanan küçük bir yarımada üzerinde yerleşik arkeolojik sit alanıdır. Başlangıçta bir Aiolis kenti iken, sonradan  İyonya kentleri arasına katılmıştır. 


Metropolis, İzmir ili, Torbalı ilçesi sınırlarında Yeniköy ve Özbey köyleri arasında bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Antik Ionia Bölgesi'ne dahil kent, Efes’e 30 km, İzmir'e ise 40 km uzaklıkta olup, Küçük Menderes (Kaystros) havzasına hakim konumdadır. 
Metropolis, "Ana Tanrıça Kenti" anlamına gelmektedir. Μετηρ Δαλλησια (Meter Gallesia) isimli Ana Tanrıça’ya (daha bilinen adıyla Kybele "Magna Mater: Tanrıların anası") ait bir kült yeri işlevi gören kutsal mağara, kentin 5 km. kadar kuzeyindeki Uyuzdere Mevkii’nde bulunmaktadır. Mağarada yapılan arkeolojik kazılarda, çok sayıda pişmiş topraktan Ana Tanrıça heykelciği bulunmuştur. Bunun yanı sıra kent sikkeleri üzerinde rastlanılan Ana Tanrıça betimleri de bu görüşü doğrulamaktadır. 
Erken Tunç Çağı’ndan itibaren yerleşim gördüğü saptanan Metropolis Antik Kenti’nde 1989 yılından beri devam etmekte olan arkeolojik kazılar sonucu tiyatro, bouleuterion (meclis binası), stoa (üstü kapalı gezinti yolu), latrina (genel tuvalet), hamam-gymnasium kompleksi, atriumlu (avlu) ve peristylli evler (ortasında sütunlu bir avlu ve havuz bulunan konut tipi), hamam-palaestra (güreş alanı) ortaya çıkarılmış ve bu yapıların bir kısmında restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır. Kentin akropolisinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları sırasında burada Erken Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür ele geçmiştir. Hellenler'e ait yerleşim ise MÖ 9. yüzyıldan sonra akropolis üzerinde kurulmuştur; fakat kent asıl gelişimi MÖ 3. yüzyılda göstermiştir. 


Chios - Khios (Sakız Adası)
Sakız Adası (Χίος), Ege Denizi'nde, Karaburun Yarımadası'nın karşısında yer alan bir adanın; Yunanistan'ın Kuzey Ege periferisinde (periferi: dış, çevre) bu adayı ve yakınındaki birkaç küçük adayı içeren ve yine Khios adını taşıyan ilin (nomos) ve adanın en büyük yerleşimi ve idari bölgenin merkezi olan şehrin ismidir. Şehir için Hora adı da kullanılır. Sakız ağaçları bu adada çok olduğu için ismi Sakız'dır. 
Yunan antik çağı öncesinde Chios'da yerleşik olan halklar Pelasgo, Karia, Leleg ve Avantes halklarıdır. Halen kullanılan bazı yer adları bu halkların varlıklarını ispatlar. Bu halkların, Orta ve Yakın Taş Çağından daha eski dönemlerine kadar uzan yerleşim yerlerine ait bıraktıkları kalıntılar, adanın kuzey tarafında bulunan Agios Galaktos mağarasında yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Emborio, Fana ve adanın güney kısımlarında tarih öncesi döneme ait yerleşim yerlerine ilişkin kazılar yapılmış ve Psara'da Miken Uygarlığına ait, zengin mezar kalıntıları bulunmuştur.
İlk kolonileştirme döneminde (İ.Ö. 11. yüzyılda) adaya yerleşen İyonlar, Adayı Anadolu'daki İyon Uygarlığına ait şehir devletlerinin bir parçası haline getirmişlerdi. 


Samos Adası
Samos (Sisam), (Yunanca'da Samos, Σάμος), Ege Denizi'nde, Dilek Yarımadası'nın karşısında bir ada. Bu adanın en büyük yerleşim merkezi olan şehri, merkezi bu şehir olan ve Sisam Adası'nı, Ahikerya (Yunanca'da Ικαρία, İkarya) Adası'nı ve bölgedeki birkaç küçük adayı kapsayan idari bölgenin (nomos) adıdır. Tarihte kurulan oniki İyon kolonisinden biridir. Aydın İli, Kuşadası İlçesi'nde bulunan Dilek Yarımadası'na oldukça yakındır. Kuşadası'ndan günlük işleyen birkaç seferle deniz yolunda yaklaşık 90 dakikada ulaşılabilen Sisam Adası'nın görülmeye değer pek çok yeri vardır. Bunlar arasında antik kent, kente su taşıma amaçlı MÖ 6. yüzyıldan kalma tünel, Hera Tapınağı, herkesin Türkçe konuştuğu Karaveli Köyü, Yenikarlovası balıkçı kasabası sayılabilir. Gümüldür'den rahatlıkla görülebilen ve Tavşan Adası'nın tam karşısındadır. Ayrıca Pisagor bu adada doğmuştur. Samos, Yunanistan’ın Osmanlı’dan aldığı son ada olarak biliniyor. Zira 1835 ila 1912 yılları arasında, özerk Sisam Beyliği olarak varlığını sürdürmüş.

MÖ 7. 8. ve 6. yüzyıllarda İyon kentleri (özellikle bunların en önemlileri olan Ephesos, Miletos ve Samos) tüm Akdeniz havzası üzerinde güçlü bir ticari egemenlik kurdular; bilim, sanat ve felsefe alanında, daha sonra gelişen Yunan ve Roma uygarlıklarının temeli olarak kabul edilen büyük başarılara imza attılar.

İyonya MÖ. 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu (MÖ 6. yüzyılda Büyük Kiros tarafından kurulan Pers devleti) egemenliğine girdi. MÖ. 502-496 yıllarındaki İyonya İsyanı'nın yenilgisinden sonra yıkıma uğrayarak önemini ve gücünü kaybetti. MÖ. 133'ten sonra Efes ve Milet, Roma İmparatorluğu’nun "Asia" eyaletinin önemli kentleri olarak yeniden kalkındılarsa da, MÖ. 6. yüzyıldaki kültürel ve siyasi önemlerine tekrar kavuşamadılar.

İyonya'da Siyasi Yapı:
Siyasal yapılanmaları bağımsız şehir devleti şeklinde idi. Şehir devletlerinin temsilcileri Panionion adlı kutsal alanda (halen Kuşadası'na bağlı Güzelçamlı'da) dini ve siyasi amaçlar için dönemsel olarak toplanmakla birlikte, hiçbir zaman ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmediler. Hiç bir zaman bir araya gelmedikleri için ortak karar aldıkları bir yer de yoktur. Tüm Karadeniz, Kuzey Ege, Güney İtalya ve Sicilya sahillerinde çok sayıda koloni kurarak Akdeniz havzasındaki ticari üstünlüklerini geliştirdiler. Amasra, Sinop, Trabzon, Batum, Kefe, Varna, Enez, Napoli, Sirakuza, Marsilya, Nis gibi birçok kent ilk kez İyonyalılar tarafından kolonize edildi.   
İyon şehir devletlerinin başında en eski dönemde krallar bulunuyordu. MÖ. 7. yüzyılda halkın seçtiği kişiler, meclislerin yardımı ile şehirleri yönetmeye başladılar. 6. yüzyılda seçim yoluyla iktidarı ele geçiren güçlü yöneticiler tiranlık düzenini kurdular. 

İyonya'da Kültürel Yapı:
Ön Asya ve Akdeniz ticaret yollarının kavşak noktasında bir ülke olmaları bilim ve kültür alanında ileri gitmelerinin en önemli nedenidir. Bunun yanısıra merkezi otoriteye bağlı olmayan bağımsız kentler olarak örgütlenmeleri, özgür düşünce geleneğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.   

Milet'li Thales, Batı felsefesinin ve matematiğinin kurucusu olarak anılır. Thales'in öğrencisi olan Anaksimandros, insanlık tarihinde (resmi kayıtlar ve kutsal kitaplar dışında) ilk kez bağımsız bir kitap yazan kişidir. Milet'li Hekataios eleştirel tarih anlatımının ve ampirik coğrafyanın ilk önemli eserlerini verdi; bilinen ilk dünya haritasını yayımladı. Efes'li Herakleitos "bir insan aynı nehirde iki kez yüzemez" deyimiyle özetlenen değişim felsefesini geliştirdi. Samos'lu Pythagoras üçgenin açıları arasındaki ilişkiyi hesapladı; günümüze dek Batı ve Doğu müziğinin temelini oluşturan ses dizilerini tanımladı. Milet'li Anaksagoras İyonya felsefe ekolünü Atina'ya taşıyarak, Eflatun ve Aristoteles'in öncüsü oldu. 

İyonlular'da İnanç: 
Eski Yunan halkı arasında yaygın olan tanrılara ilişkin çeşitli inanç ve efsaneler ilk kez MÖ 9. yüzyılda İyonya'lı destan şairi (muhtemelen Sakız'lı veya İzmir'li) Homeros tarafından derlenerek sistemleştirildi. Homeros'un sistemleştirdiği mitoloji, Atina'nın egemenliği döneminde (MÖ. 5. yüzyıl) tüm Helen dünyasının dîni referans kaynağı olarak benimsendi. Yunan tanrıları insanlara benzerdi. Tanrılarla insanlar arasındaki en önemli fark insanların ölümlü, tanrıların ise ölümsüz olmalarıydı. İyonyalılar birden fazla tanrıya inanıyorlardı. 

İyonlular'da Mimari: 
Yunan geleneğindeki ilk anıtsal taş yapılar olan Samos'taki Hera Tapınağı, Efes'teki Artemis Tapınağı ve Milet'teki Apollon Tapınağı, MÖ. 560 dolayında inşa edildiler. Daha sonra yeniden inşa edilerek erken döneme ait izlerini kaybeden bu üç yapı, Batı mimarisinin başlangıç noktası olarak kabul edilir.   

Fenike Alfabesi'nden uyarlanan çeşitli Yunan Alfabeleri MÖ 9. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazandı. Bunlar arasında soldan sağa yazılan İyon Alfabesi zamanla diğerlerini tasfiye ederek tüm Helenler tarafından benimsendi. Halen Yunan Alfabesi olarak bilinen alfabe, İyon Alfabesidir. Latin ve Kiril (Slav) alfabeleri Yunan alfabesinden türemiştir. 

kopyala-yapıştır kaynak: turkcebilgi.com