Nedir"cikler" etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nedir"cikler" etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2016 Çarşamba

Mohizm




Mohizm, Mozi tarafından geliştirilen Antik Çin mantık, rasyonel düşünce ve bilim felsefesidir. 

Mozi, Çinli filozof. Mohizm'in kurucusu olup Konfüçyüsçülüğe ve Taoizm'e sıkıca karşı çıkmıştır.

Mohizm genel olarak sevgiye çağrı ve tüm anlaşmazlıkları barışçıl yoldan çözmeyi talep etmeyi öngörür. Mohizm Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Legalizm ile yaklaşık aynı zamanda gelişti ve MÖ. 770-221 yılları arasında (İlkbahar ve Sonbahar Dönemi ile Savaşan Devletler Çağı) dört ana felsefi okulundan biri oldu.







































13 Kasım 2016 Pazar

Karanlık Kutu - Camera Obscura


Karanlık Kutu: 
Camera Obscura adı, Latince "camera: oda" ve "obscura: karanlık" sözcüklerinden oluşur. İngilizce'de "pinhole: iğne deliği" olarak da bilinir. Dört tarafı kapalı bir karanlık odanın, bir duvarının tam ortasına bir delik açıldığında, delikten içeri giren güneş ışığı deliğin karşısındaki duvara yansır. Deliğin önündeki nesnelerin görüntüsü duvar yüzeyinde, sağ-sol ve alt-üst ters olarak oluşur.



Nesnenin görüntüsünün bir gölge ya da bir izdüşüm olarak değil de, tıpkı gözün algıladığı gibi tüm detaylarıyla bir yüzey üzerine düşürülebilmesine olanak veren bu basit aygıta camera obscura adı verilmiştir. Camera obscura, dört tarafı da ışık sızdırmayacak bir biçimde kapatılmış bir kutu içerisinde, bir iğne deliğinden giren ışık yardımıyla görüntü oluşumunu sağlayan basit bir aygıttır. Camera obscura, karanlık oda ya da yaygın deyişle karanlık kutu olarak bilinmektedir. Karanlık kutu içerisinde, iğne deliğinin karşısına gelen yüzey üzerinde oluşan görüntünün yapısı, bir gölge ya da bir izdüşüm yoluyla oluşan görüntüden nitelik olarak farklıdır. İğne deliğinden giren ışık şiddetinin çok düşük olması nedeniyle, oluşan görüntü oldukça zayıf bir görünümdedir. Yani görüntü, yeterince net ve keskin değildir. Fakat bu zayıf görünümüne karşın, gölge ya da izdüşümden farklı olarak, görünür gerçekliğin neredeyse aslına çok yakın bir kopyasıdır. Tıpkı gözün algıladığı gibi nesnenin tüm detay, ton ve renk özelliklerini içerir. Karanlık kutu içerisinde görüntü, alt-üst ve sağ-sol ters olarak oluşur. Görüntünün netlik ve keskinliği, kullanılan karanlık kutunun büyüklüğüne, delik çapına, deliğin açıldığı yüzeyin kalınlığına ve nesnenin aydınlanma şiddetine bağlıdır. Karanlık kutu içerisinde oluşan görüntü, nesneden yansıyan ışık yoluyla meydana geldiği için, nesneden yansıyan ışık ne kadar kuvvetli olursa oluşan görüntü de o kadar belirgin olur. Bu nedenle, karanlık kutu içerisinde güneş ya da mum gibi herhangi bir ışık kaynağının görüntüsünü oluşturmak, bir ağaç ya da bina görüntüsü oluşturmaktan daha kolaydır. Çünkü birisi ışık kaynağının kendisidir, diğeri ise üzerine düşen ışığı yansıtır. Yansıyan ışığa kıyasla direkt ışık çok daha güçlü olacağı için, güneşin görüntüsü karanlık kutu içerisinde çok daha kaliteli olarak ortaya çıkar. Görüntü kalitesini etkileyen diğer bir faktör de, karanlık kutunun boyutudur. Kutu ne kadar küçük olursa, delikten içeri giren ışığın kutu içerisinde aldığı yol da o kadar kısa olur. Böylece ışığın şiddetindeki artışa bağlı olarak görüntü kalitesi de o oranda artar. Kutunun boyutu büyüdüğünde ise, tam tersi bir durum ortaya çıkar. Delikten içeri giren ışığın kutu içerisinde katettiği mesafe artacağı için, görüntüyü oluşturan ışığın şiddeti azalır. Bu da, daha zayıf bir görüntünün oluşmasına neden olur. Bu basit aygıtla her ışık koşulunda yüzey üzerinde görüntü oluşturmak mümkün olsa da, elde edilecek görüntünün kalitesi tamamen nesneden yansıyan ışığın şiddetine bağlıdır.

Görüldüğü gibi, karanlık kutu yoluyla yüzey üzerinde görüntü oluşturmanın temel öğesi ışıktır. Yüzey üzerindeki görüntü, delikten içeri giren ışık yoluyla oluşturulur. Bu nedenle karanlık kutu, ışığa özgü bir resmetme teknolojisi olarak tanımlanır. Karanlık kutu aracılığı ile yüzey üzerinde görüntü elde edilmesi ve bu görüntünün kalıcı olmasına yönelik çabalar, yeni resmetme tekniklerinin de keşfedilmesine ortam hazırlamıştır.

Bir camera obscura görüntüsü: Central Park, New York · Manhattan; ABD (Abelardo MORELL - 2008)



Camera Obscura: Courtyard Binası, Lacock Manastırı, İngiltere (Abelardo MORELL, 2003)






10 Kasım 2016 Perşembe

Helyograf (heliograph)



Helyograf (Yunanca: güneş anlamına gelen Helios + yazmak anlamına galen graphein), ayna ile yansıtılan güneş ışığıyla yaratılan mors kodu ile sinyal veren kablosuz bir güneş telegraf aleti. Flaşlar aynayı aralıklı dönüştürmesiyle veya deklanşör ile ışının kesilmesiyle yaratılır. 

I. Dünya Savaşı sırasında Filistin Cephesinde Osmanlı Ordusu'na bağlı Helyograf ekibi (Huj, 1917)

Helyograf 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında geniş ölçüde kullanılan basit ama 50 kilometre veya daha fazla mesafede etkili optik haberleşme aletiydi. Başlıca askeri, tetkik ve orman koruma çalışmalarında kullanılırdı. 1960'lı yıllara kadar İngiliz Kraliyet Ordusu ve Avustralya Ordusu'nda standart alet olarak kullanıldı ve Pakistan Ordusu'nda ise 1975 gibi geç döneme kadar kullanıldı.








Kalotip - Calotype (Yunanca "güzel izlenim")


Kalotip, William Henry Fox Talbot tarafından bulunan; yarı saydam kâğıt üzerinde fotoğraf negatifi elde edilmiş ilk fotoğrafçılık tekniği. 
Kalotip, Yunanca kahos (güzel) ve typos (izlenim) sözcüklerinden türetilmiş ve 8 Şubat 1841 tarihinde de buluşunun patentini almıştır.
Talbot, patentini 8 Şubat 1841'de aldı; Talbotype diye de bilinir. 
Bu tür baskılar genellikle kahverengi tonlarındadır. 

Kalotip yönteminde, taban malzemesi olarak homojen bir dokuya ve pürüzsüz bir yüzeye sahip yüksek kalitede kâğıt kullanılır. Kâğıdı ışığa duyarlı hale getirebilmek için, zayıf bir kandil ışığında gerçekleştirilen bir dizi işleme gereksinim duyulur. Öncelikle yumuşak bir fırça kullanılarak kâğıt yüzey gümüş nitratla kaplanır. Daha sonra, kâğıt kurumaya bırakılır. Tam bir kuruma gerçekleşmeden önce, kâğıt potasyum iyot eriyiğine bırakılır. Bu eriyik içerisinde iki ya da üç dakika çalkalanarak tutulduktan sonra tekrar kurumaya bırakılır. Bu işlemin sonunda kâğıt yüzeyi iyotla kaplanmış olur. İyotla kaplanmış kâğıt yüzeyi ışığa duyarlı hale getirmek için, gümüş nitrat ve gallic asit bileşimiyle kaplanması gerekir. Bu işlem, gümüş nitrat ve gallic asit bileşiminin çok hızlı erimesi nedeniyle otuz saniye gibi kısa bir sürede uygulanır. Daha sonra suda bekletilen kâğıt, karanlık bir ortamda kurumaya bırakılır. Kuruma işleminin sonunda, kâğıt ışığa duyarlı hale gelmiş olur. Kalotip kâğıtlar, hazırlandıktan sonra birkaç saat içerisinde pozlandırılması gerektiğinden, tüm bu işlemin çekimden kısa bir süre önce yapılması gerekir. 

Pozlama işlemi, fotoğraf makinesi olarak kullanılan bir karanlık kutu aracılığıyla gerçekleştirilir. Işığa duyarlı hale getirilmiş kalotip kâğıt, karanlık kutuda görüntünün oluştuğu düzlem üzerine yerleştirilerek pozlandırılır. Parlak güneşli havalarda Talbot tarafından önerilen pozlandırma süresi, diyafram açıklığı f/15 olan bir objektif için on saniyenin yeterli olacağı yönündedir. Pozlandırma işlemi sonunda kalotip kâğıt üzerinde gözle görülmeyen bir görüntü oluşur. Bu gizli görüntü geliştirme yoluyla görünür hale getirilir. Bu geliştirme işlemi esnasında ışık almış gümüş tuzları depolamış oldukları ışık miktarına bağlı olarak kararır. Böylece pozlama esnasında oluşmuş olan gizli görüntü, gerçek görüntü haline dönüşür. Geliştirme işleminin bir karanlık odada yapılması gerekir. Kalotip kâğıt, gallo-gümüş nitrat eriyiğinde birkaç dakika tutulduğunda görüntü kâğıt yüzeyinde ortaya çıkar. Elde edilen bu görüntü, negatif karakterlidir.

Kalotip kâğıt üzerinde elde edilen görüntünün kalıcı hale getirilebilmesi için, kâğıt yüzeyindeki ışık duyarlılığının sonlandırılması gerekir. Bu işlem için, potasyum bromür ya da sodyum hiposülfit (hypo) eriyiğinden yararlanılır. Sabitleme işleminin iki önemli görevi vardır. Birincisi, kâğıt üzerindeki görüntünün daha fazla kararmasını engelleyerek görüntünün belli bir gri ton değerinde sabitlenmesini sağlar. İkincisi ise, ışıktan etkilenmemiş gümüş tuzlarını eriterek kâğıt yüzeyinin ışık duyarlılığını sonlandırmaktır. Böylece, elde edilen görüntünün gün ışığında izlenmesi mümkün hale gelir. Sabitleme işlemi, kâğıt yüzeyinde oluşturulmuş olan görüntüyü kalıcılaştırarak zamana karşı dayanıklı hale getirir. Daha sonra yıkama işlemine geçilir. Kalotip kâğıt akarsu altında iyice yıkanarak, üzerindeki sabitleme eriyiği artıklarından tamamen arındırılır. Yıkanarak temizlenmiş olan kâğıt, kurumaya bırakılır.

Kalotip kâğıt üzerinde elde edilen görüntü negatif karakterdedir. Dolayısıyla bu negatif görüntü kullanılarak çok sayıda pozitif görüntüye ulaşılabilir. Kâğıdın ışık geçirgenliğini arttırmak için, balmumundan yararlanılır. Üzerine balmumu sürülerek saydamlaştırılan kâğıt yüzey, pozitif baskı elde edebilmek için hazır haldedir. Pozlama yapılacak kalotip kâğıt alta, negatif görüntünün bulunduğu şeffaflaştırılmış kâğıt ise üste gelecek şekilde bir camın altına yerleştirilir. Camın ağırlığı, her iki kâğıdın da iyice sıkışmasını ve birbirlerine tam olarak temas etmesini sağlar. Üzerine pozlama yapılacak kalotip kâğıdın ışıktan etkilenmemesi için, bu işlemin bir karanlık odada yapılması gerekir. Daha sonra, üzerinde cam bulunan kalotip kâğıtlar gün ışığına çıkarılır ve güneş ışığı altında yaklaşık olarak 15 dakika pozlandırılır. Pozlandırma sonucunda kâğıt yüzeyinde oluşan gizli görüntü, geliştirme ve sabitleme işlemlerinden geçirilerek gerçek görüntü haline getirilir. Negatif bir orijinalden kontak baskı yoluyla elde edilen bu görüntü pozitif karakterlidir. Pozitif görüntü elde etmek için kullanılan diğer bir yöntem de, üzerine pozlandırma yapılacak yüzey olarak kalotip kâğıt yerine, fotojenik çizim için hazırlanmış duyarlı yüzeylerden yararlanmaktır.

Kalotip negatifler ve fotojenik çizimler, ışığa duyarlı yüzey üzerine resmetme tekniğinin iki farklı yöntemidir. Fotojenik çizim yöntemi, optik dışı bir süreç olarak yapılanmasına karşın, kalotip yöntemi bir karanlık kutu kullanılarak gerçekleştirildiği için, optik bir karakter taşır. Her iki yöntemde de, ışığa hassaslaştırılmış yüzey olarak kâğıt kullanılır. Fotojenik çizimde elde edilen görüntü, nesnenin duyarlı yüzeyle temasının bir sonucudur ve pozlandırma yoluyla açığa çıkartılır. Duyarlı yüzey üzerinde ilave bir kimyasal işleme ihtiyaç duymaz. Kısacası fotojenik çizimler, sadece ışık ve onun duyarlı yüzey üzerinde yarattığı etkiyle elde edilir. Kalotip yöntemde ise, ışığın etkisiyle duyarlı yüzey üzerinde oluşan görüntü, öncelikle bir gizli görüntüdür ve açığa çıkartılması için kimyasal bir geliştirme işlemine ihtiyaç duyulur. Yüzey üzerinde pozlandırma sonucunda oluşturulmuş gizli görüntünün gerçek görüntüye dönüştürüldüğü bu aşama, kontrol edilebilir bir süreçtir. Yani geliştirme aşamasında farklı müdahaleler yapılarak, elde edilecek gerçek görüntünün ton değerleri kontrol edilebilir. Bu kontrol, fotoğrafın teknik ve estetik olarak düzenlenmesinin temel öğelerinden biridir.

Alıntı: Fotoğraf Tarihi - Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, 2012







9 Kasım 2016 Çarşamba

Dagerreyotip (Fr.: Daguerréotype)

Dagerreyotip (Fr.: Daguerréotype), gümüş nitratla ışığa duyarlı hale getirilen bakır levhaların, camera obscura içinde 10 ila 20 dakika pozlanarak, civa buharına tâbi tutulup geliştirilmesiyle fotografik görüntü elde etme yöntemidir. Sülfür ile gümüş plaka üzerine işlenmesi esasına dayanır. Kalitesi, yüzeyinin pürüzsüzlüğü ile doğru orantılıdır. Zorluğu ve fiyatı, fotoğrafın kapladığı alan arttıkça logaritmik olarak artar. Bu tekniğin çekici yanı, teorik olarak sonsuz çözünürlük sağlamasıdır. Tabii ki bu çözünürlük daha önce de belirtildiği üzere, yüzeyin pürüzsüzlüğüne bağlıdır. Örnek olarak, mikroskopla fotoğraftaki ufacık bir şeyi inceleyip, katilin belirlenebilmesi ancak dagerreyotip uygulanmış gümüş bir plakada gerçekleştirilebilir. 

Pozlama süresi çok uzun olduğundan, hareketli cisim ya da hareket anında fotoğraf çekmek için uygun bir yöntem değildir. Stüdyoda bu teknikle fotoğraf çekilirken, sırt ve kolların sabit durmasını kolaylaştıran bağlı oldukları birer aparat vardır. İşte bu yüzden, mevcut tüm fotoğraflardaki insanlar dimdik bir şekilde pozlanmış olarak görülmektedirler. 

Oldukça pahalı bir yöntem olması nedeni ile, ticari olarak dünyada sadece 10 kişi tarafından uygulanmaktadır ve bunun sebebi masrafların herkes tarafından kolaylıkla karşılanamayacak olmasıdır. Özellikle Amerika'da, lüks tüketimin en elit ürünlerindendir. Elit ürün sayılmasının nedenleri olarak; yüzyıllarca saklanabilmesi, maksimum çözünürlüğe sahip olması, gümüşün çekiciliği, renk dokusu ve pahalı olması gibi sebepler düşünülebilir.





Diyorama

Diyorama, ışık oyunlarıyla gerçekleştirilen, gerçek ve hareket izlenimi uyandıran panoramik resim gösterisi.
Diorama, gerçek veya kurgu bir olayın, anın veya hikâyenin, ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesidir.


Sözcüğün kökeni Fransızca'dır ve 1823 yılında bu dilde kullanılmaya başlamıştır. Fransızca'ya da Yunanca'dan girmiş olan ve "içinden" anlamına gelen dia sözcüğü ile "görünen" anlamına gelen orama ('panorama'daki gibi) sözcüğünün birleşmesiyle oluşmuş dioramanın eş anlamlı sözcükleri cyclorama ve panorama'dır.


Diyorama, büyük boyutlu resim yüzeyleri üzerinde, değişen ışık etkisiyle gerçekleştirilen sahne gösterileridir. Bu tip gösteriler, farklı güç ve renkteki (renkli camlar kullanılarak ışık renklendiriliyordu) ışık kaynaklarının değişik açılardan yönlendirilmesinin yüzey üzerinde yarattığı etkiyi temel alır. Yani, yüzey üzerinde ışık ve gölgeli alanlar oluşturularak yapılan gösterilerdir. Işık, Daguerre'in yaşamının büyük tutkusuydu. Kullanılan ışığın yönü, gücü ve rengi değiştirilerek görsel algının yönlendirilebileceğini fark eden Daguerre, bu bilgisinden yararlanarak diyorama gösterileri düzenlemiştir. Bu gösterilerde, 14x22m. ebatlarında yarı şeffaf ve seyrek dokunmuş bir perdenin iki yüzüne yapılmış resimler kullanılıyor ve bu resimler hem önden hem de arkadan ışıklarla aydınlatılıyordu. Aydınlatma tepeden yapıldığında öndeki resim görünüyor, arka taraftan aydınlatıldığında arkadaki resim beliriyordu. Ayrıca, önden gelen ışığın şiddeti azaltılıp arkadan gelen ışığın şiddeti arttırılarak, gündüz etkisini veren bir resmin sanki geceymiş gibi algılanması sağlanıyordu. Bütün bu ve benzeri yaratıcı tekniklerin asıl hedefi, izleyicide gerçeklik yanılsaması yaratabilmekti. Aydınlatma, renk ve ışık efektleri kullanılarak yaratılan yanılsama sayesinde, bu devasa resimlerdeki zaman, ortam ışığı, rüzgâr hissi ve genel olarak atmosfer, doğanınkine benzetilmeye çalışılıyor, görsel algılama yönlendirilerek iki boyutlu resim yüzeyinin üç boyutlu olarak algılanması sağlanıyordu.

Diyorama gösterilerinde sergilenen resimler, karanlık kutunun iki boyutlu yüzey üzerinde meydana getirdiği görüntülerin büyütülerek resme dönüştürülmüş halleri olması nedeniyle, bir optik bakışın ürünüdür. Diyorama gösterileri, karanlık kutu aracılığıyla yüzey üzerinde oluşturulan hayali görüntüden yararlanmak yoluyla, devasa bir perde üzerinde resim tekniği ve ışığın etkisi (aydınlatma, renk ve ışık efektleri) kullanılarak gerçeklefltirilen kusursuz bir göz aldanmasına dayanır. Karanlık kutunun yüzey üzerinde görüntü oluşturma ilkesini temel alan bu tip gösteriler, dönemin eğlence kültürünün önemli bir parçası olmuştur.

Alıntı: Fotoğraf Tarihi - Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, 2012





14 Ocak 2016 Perşembe

İlk Otomobil Düşleri Buharlı...

Otomobil sözcüğü Türkçe'ye, Yunanca autós (kendi) ve Latince mobilis (hareket eden) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ve başka bir hayvan ya da araç tarafından itilmek ya da çekilmek yerine kendi kendine hareket eden araç anlamına gelen Fransızca automobile sözcüğünden geçmiştir.  

Otomobil tek bir kişi tarafından bulunmamıştır, yaklaşık yüzyıl boyunca dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan buluşların bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Modern otomobilin ortaya çıkışının yaklaşık 100.000 patent alımı sonrasında gerçekleştiği tahmin edilmektedir.

Otomobilin tarihi 19. yüzyılda enerji kaynağı olarak buharın kullanılmasıyla başlar ve içten yanmalı motorlarda petrolün kullanılmasıyla devam eder. Günümüzde alternatif enerji kaynakları ile çalışan otomobillerin üretilmesi konusunda çalışmalar hız kazanmıştır.

İngiliz bilim insanı ve filozof Roger Bacon, bir rahip olan Guillaume Humbert'e 13. yüzyılda yazdığı bir mektupta at ile çekilmeden, hayal bile edilemeyecek hızda hareket eden bir aracın yapılabileceğinden söz eder. Sözcük anlamına uygun olarak kendi kendine hareket eden ilk araç Pekin'de Cizvit misyoner Ferdinand Verbiest (1623-1688) tarafından Çin İmparatoru için bir oyuncak olarak yapılan küçük buharlı araçtır. 


Ferdinand Verbiest'in kendinden hareket eden buharlı aracı (1670)
Bir oyuncak olarak tasarlanan bu araç, küçük bir ocağın üzerinde yer alan buhar kazanı, buharın hareket ettirdiği bir çark ve dişliler ile hareket ettirilen küçük tekerleklerden oluşmaktaydı. 




İlk Buharlı Motor Mekanizması
(Thomas Savery - 1698, İngiltere)
İlk Buharlı Motor Mekanizması (Sanat ve Meslekler Müzesi - Paris, Fransa)

İngiliz mühendis Thomas Savery (1650-1715)ilk ticari olarak satılan buhar makinesini yapmıştır. Bu makine maden ocağından suyu dışarı atmak amacıyla kullanılmıştır. Madencinin Arkadaşı olarak tanınmaktaydı.
Çalışma Prensibi: Buhar kazanından gelen buhar odacığa dolar. Odacık buhar ile doluyken üzerine soğuk su döküldüğünde suya dönüşen buhar vakum yaratır; böylece odacıktaki su seviyesi yükselir. Vana yardımıyla odaya buhar dolduğunda iş yapılmış olur yani madenden su çekilmiş olur. Bu makinede vanalar insan gücüyle sırayla kapatılıp açılması gerekmektedir. 
Yüksek basınçla çalıştığından o günün teknolojisine göre bu tip bir buharı güvenli biçimde kullanacak düzeyde değildi. Ayrıca gerekli buharı oluşturmak için suyu ısıtmada çok fazla yakıt gerekliydi. Bu tip makinaların öncülü olan Savery’nin makinası verimi düşük olduğundan fazla kullanılmadı fakat kendinden sonra gelen makinalar için temel teşkil etti.



Fardier à Vapeur (buharlı yük arabası)
(Nicolas Joseph Cugnot - 1769, Fransa)
Fransız mühendis ve topçu yüzbaşı Nicolas Joseph Cugnot (1725-1804) Ferdinand Verbiest'in düşüncesini Fransız ordusu için 1765 yılında başladığı çalışmalarını 1769 yılında tamamlayarak buhar türbinini geliştirmiş ve hayata geçirmiş ve 23 Ekim 1769'da buhar kazanı ile çalışan ve "fardier à vapeur" (buharlı yük arabası) adını verdiği aracı çalıştırmıştır. Kendinden tahrikli bu araç ağır topların taşınması amacıyla geliştirilmişti. 
Fardier à Vapeur (1765 - 1769)
Bilinen bu ilk örnek makine iki silindirden oluşuyordu. Makinenin krankından alınan dönme hareketi bir bisiklet zinciri ile öndeki tekerleği harekete geçiriyordu. Direksiyon tertibatı da aynı tekerleği kumanda ediyordu. Yaklaşık olarak saatte 4 km. hıza ulaşan fardier 15 dakikalık bir otonomiye sahipti. 3 tekerlekli bir arabanın önüne kazanı ile birlikte bir buhar makinesi monte ederek ilk motorlu taşıt olarak kabul edilen ateşli askeri traktör Fardier üretilmişti. 

Cugnot ne yazık ki buharlaşma yoluyla eksildikçe kazanın suyunu yenileyecek bir sistem kurmayı ihmal ettiğinden 15 dakikada bir durmak ve su ikmali yapıp kaynamasını beklemek gerekiyordu. Ciddi bir sakıncaydı bu. O kadar ki başta aracı top taşıma işinde kullanmayı düşünen askeri mühendisler, bundan çabuk caydılar. Aradan otuz yıl geçti, bir yenilik getirilmeyen makine Napolyon’a teklif edildiğinde, o bite bu sakıncanın bir Watt makinesi sayesinde giderilebileceğini ve bunun gerçekleşmesi halinde eşsiz bir savaş aracı elde edebileceğini tahmin edemedi.

Fardier à Vapeur (1765 - 1769)

Le fardier de Cugnot, 1770 modeli, Paris'te Arts et Métiers Müzesi'nde sergilenmektedir.

Le fardier de Cugnot, 1770 modeli, Paris'te Arts et Métiers Müzesi'nde sergilenmektedir.
Direksiyonu ve freni olmayan bu ilk araç, deneme sırasında kaza eseri bir duvarı yıkmıştı. 

Motorlu araçlar tarihindeki ilk trafik kazasını Fardier yapmıştır...


London Steam Carriage 
(Richard Trevithick - 1801, İngiltere)
İngiliz mucit ve maden mühendisi Richard Trevithick 1801'de buhar ile çalışan üç tekerlekli "London Steam Carriage" adını verdiği yılında ilk İngiliz başarılı buharlı otomobilini yaptı. Araç saatte 13 km hız yapabiliyordu. Bu arabasıyla bir yılbaşı akşamı Cornwall’daki Camborne’da bir tepeye çıkmıştı. 1803 yılında ise daha güçlü ikinci arabasını yaptı. Yolların çok kötü olmasından dolayı otomobillerde fazla zaman kaybetmek istemediğinden geliştirmek için uğraşmadı.


Oruktor Amphibolos 
(Oliver Evans - 1804, ABD)
Amerikalı mucit Oliver Evans (1775-1819) ve aracı ''Oruktor Amphibolos'' (1804)
Oliver Evans, Amerika'nın yolcu taşıyan ilk binek arabanın mucidi olarak kabul ediliyor. 1804 yılında ABD'nin kendiliğinden hareketli ilk taşıt aracı için ilk patentini aldı. Bu araç dört tekerlekliydi. Arka tarafındaki pedallı tekerlekler, hem karada hem de suda hareket edebilmesini sağlıyordu. Ağırlığı ise 21 tondu. İlk kez 1805'te Philadelphia'daki atölyesinden Schuylkill Nehri'ne kadar kullanmayı ve nehre indirmeyi başardı. Böylece ilk amfibik araç uygulaması olarak tarihe geçti.




1824
Sadi Carnot (1796-1832)
İçten yanmalı motorların, özellikle dizel motorlarının temel ilkeleri, genç bir Fransız fizikçi Sâdi Carnot tarafından ortaya atıldı. 
Çalışmalarından kalanlar fazla değildir: 1823'te yazılmış buhar gücü-mekanik iş ilişkisini irdeleyen 21 sayfadan oluşan bir makale, 1824'te yayımlanan bir kitabı, araştırma notları, James Watt'a ait 2 makalenin çevirisi ve çeşitli matematik ve fizik derslerine ait notları vardır.



L'Obéissante (itaatkâr)
(Amédée Bollée - 1873, Fransa)
İlk gerçek otomobil sayılan araç "L'Obéissante", 1873 yılında Fransız çan döküm ustası ve otomobil üzerine uzmanlaşmış mucit Amédée Bollée (1844-1917) tarafından yapılan ilk buharlı yolcu otomobilidir. 

Günümüz yolcu otomobillerinin atası sayılan bu araç şu özellikleri taşıyordu: "dört tekerlek üzerinde bağımsız süspansiyonlu şasi", "eliptik pinyon üzerinde zincirle kumanda edilen ön tekerlekler", "arka tekerlere bağlı V şeklinde ikisilindirli buhar motoru tahriği, "pinyonlar arasında gezici dişli ile sağlanan vites değiştirme", "direksiyon çevresinde merkezi kumanda olanağı", ve "arkada bir buhar kazanı".   

Ağırlığı 4.800 kg olan ve 12 kişi taşıyabilen araç saatte 40 km hız yapabiliyordu. Vites değiştirebilmesi sayesinde düşük hızda 12 dereceli bir yokuşu çıkabiliyordu. 

Amédée Bollée, 26 Mart 1873'te, Sarthe Valisi'nden aracı ile yola çıkabilmek için izin ister. Paris'e yolculuk projesi, birçok bürokratik işlem gerektirmektedir. Sonunda 26 Ağustos 1875'te Kamu İşleri Bakanı Eugène Caillaux tarafından izin verilir. 

Paris yolculuğu her il sınırında durdurularak ilerler ve 18 saat sürer. Paris'e varması önemli bir başarı sayılmaktadır çünkü aracın düzenli ve sessiz çalışması o dönemin araçlarına göre önemli bir özelliktir. Yine de otomobil ile trafiğe çıkılması yasada öngörülmediği için 75 bilet ceza kesilmiştir.

L'Obeissante (Paris Sanat ve El Sanatları Müzesi)
L'Obeissante (Paris Sanat ve El Sanatları Müzesi)
L'Obeissante (Paris Sanat ve El Sanatları Müzesi)
L'Obeissante (Paris Sanat ve El Sanatları Müzesi)

La Mancelle
(Amédée Bollée - 1878, Fransa)
Amédée Bollée, 1878 yılında yine buhar ile çalışan, vites kutusu ve diferansiyel sistemi bulunan "La Mancelle"i tasarlamıştır. Elli adet üretilen bu araç seri olarak üretilen ilk otomobil sayılmaktadır. 2,7 tonluk bu araç önceki modelden daha hafifti ve rahatlıkla saatte 40 km'nin üzerine çıkabiliyordu.
La Mancelle (Château de Compiègne Araba ve Turizm Ulusal Müzesi, Fransa)
La Mancelle (Château de Compiègne Araba ve Turizm Ulusal Müzesi, Fransa)
1878'de Paris Dünya Fuarı'nda sergilenen bu yeni araçlar hem halkın hem de büyük sanayicilerin ilgisini çekmişti. Özellikle Almanya olmak üzere her yerden siparişler alınmaya başlanmış ve 1880'de Bollée Almanya'da da bir şirket kurmuştu. 1880 ile 1881 yıllarında Bollée Moskova'dan Roma'ya, Suriye'den İngiltere'ye dünyayı gezerek modellerini tanıtır.


La Marie-Anne
(Amédée Bollée - 1879, Fransa)
Amédée Bollée, yolda giden bir tren yapmak için 1879 yılında aldığı sipariş üzerine "La Marie-Anne" adını verdiği aracı üretmiştir. Yine buharlı motora sahip olan bu aracın gücü 100 beygirdi. 
İlk iki vagonun ve yakıt taşıyan vagonun tekerlekleri tahrikliydi. Düz arazide 100 tona kadar taşıma hacmine sahip olan bu araç 6 derecelik bir eğimde en fazla 35 ton yük taşıyabiliyordu. 

1878'de Paris Dünya Fuarı'nda sergilenen bu yeni araçlar hem halkın hem de büyük sanayicilerin ilgisini çekmiştir. Özellikle Almanya'dan olmak üzere her yerden siparişler alınmaya başlanmış ve 1880'de Bollée Almanya'da da bir şirket kurmuştur. 1880 ile 1881 yıllarında Bollée Moskova'dan Roma'ya, Suriye'den İngiltere'ye dünyayı gezerek modellerini tanıtır.

La Nouvelle
(Amédée Bollée - 1880, Fransa)
Amédée Bollée, 1880'de "La Nouvelle" adı verilen, iki vitesli ve 15 beygir gücünde bir buhar motoruna sahip yeni bir model çıkartır.



La Rapide
(Amédée Bollée - 1881, Fransa)
1881'de altı kişilik ve saatte 63 km hıza ulaşan "La Rapide" modeli piyasaya sunulur. Bunu diğer modeller de izler. Ancak ağırlığa oranla elde edilen performansa bakıldığında buharlı tahriğin bir çıkmaza doğru gittiği görülür. Bollée ve oğlu Amédée fils alkol ile çalışan bir motor ile denemeler yapsalar da sonuçta içten yanmalı motor ve petrol kendini kabul ettirir.


17 Kasım 2015 Salı

ESTETİK

Sözlükte "estetik" 
Estetik sözcüğü, Grekçe aisthesis ya da aisthanesthai sözünden gelir. Aisthesis sözcüğü; duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına gelmektedir.
1. Sanatsal yaratının genel yasalarıyla, sanatta ve yaşamda güzelliğin kuramsal bilimi, güzelduyu, bediiyat; kusurlu bir organı düzeltmek ya da güzelleştirmek amacıyla uygulanan yöntemler. 
2. Güzellik duygusuyla ilgili olan ya da güzellik duygusuna uygun olan, güzelduyusal. 
3. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzelduyu  

Estetik, güzelliği ve güzelliğin insan zihnindeki etkilerini inceleyen bir felsefe koludur. Estetik, güzel'i bulmak için duygulara yol gösterir. Asıl konusu sanat eserlerindeki güzelliktir. Güzellik fikrinin geçirdiği gelişmeler bir sistem altında ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra araştırılmaya başlanmış, bir bilgi kolu olarak çok yeni kurulmuştur. 

Felsefenin bu bölümü, dünyanın insan tarafından estetik düzeyde kavranmasında etkin olan genel yasal düzenlilikleri ve bu kavramanın önemini araştırır. Estetik bilgi teorisiyle ve sanat bilimleriyle olduğu kadar, bunların ötesinde birçok toplum bilimiyle de yakından ilişkilidir. İçeriği bakımından felsefi bir karakter taşıdığı halde, özellikle sanat bilimleriyle olan ilişkisi bakımından, çoğunlukla bağımsız bir bilim gibi ele alındığı görülür. 

Estetik düzeyde kavrama denince, nesnel dünyanın insanların bilincine yansımasının özgül bir biçimi anlaşılır. Bu yansıma, bilimsel bilgide karşılaştığımız teorik düzeyde kavramadan ve diğer zihinsel -ahlaksal, hukuksal dinsel- kavramlardan farklıdır ama toplumsal yansıma sürecinin bütününün bir parçası olarak, bunlarla karşılıklı-etki içindedir. Dünyanın estetik düzeyde kavranması, onun teorik ve ahlaksal düzeyde kavranmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağ, dünyanın estetik düzeyde kavranmasının, özümlenmesinin sonucu olan sanat yapıtlarının da birer bilgi içeriği taşımalarına ve ahlaksal-eğitsel birer değer ortaya koymalarına yol açar.  

Gerçeğin estetik yoldan kavranması, insanın pratik ve zihinsel faaliyetinin bütün alanlarıyla da sıkı bir bağ içindedir. Bu kavramanın tipik yanı, insanın yeteneklerinin ve yaratıcı güçlerinin, «insanın varlık güçlerinin»,(Marks) dönüşüme uğratılmış doğa nesnelerinde ve toplumsal ilişkilerde nesneleştirilmesi, öte yandan da insan faaliyetinin evrensel karakter taşımasıdır. İnsan, yalnızca faydacılık düşüncesiyle hareket ederek, o andaki gereksinimlerini gidermek için üretim yapmayıp, aynı zamanda kendi özünü, varlığını bilgilerinin ve deneyimlerinin damgasını taşıyan öznel yaşantı dünyasını dile getirmek ve özellikle insanları ve onların davranışlarını ayrıca doğa ve toplum fenomenlerini ve olaylarını değerlendirmek için yapıtlar ortaya koyarak, her türü, bünyesinin özelliklerine göre üretme yeteneğini kazanır.

İnsan bu yüzden güzelliğin tabi olduğu yasal düzenliliklere göre de biçim verir. (Marks) Estetik düzeyde kavramanın en önemli alanı olan sanatsal üretim alanında, insan, güzelliğin yasalarına göre biçimlendirirken, güzelin ölçüsü de tarihsel olarak dönüşüme uğrar ve insan durmadan yeni tür sanat yapıtları yaratır. İnsanın yarattığı bu sanat yapıtları, aynı zamanda nesnel dünyanın özgül birer yansısıdırlar, ve büyük ölçüde duyum verilerine ve "heyecan"lara bağlıdırlar. Sanat yapıtları aynı zamanda sanatçının öznelliğinin, fikirlerinin ve duygularının, yansıtılmış ve sanatkarca canlandırılmış fenomenler karşısındaki tavrının, onları değerlendirmesinin ifadesidirler.  

Sanat yapıtlarının toplumsal yaşam içindeki işlevleri, alıcılarda (izleyicilerde) sanat beğenisi uyandırmak ve izleyiciyi, izleyicinin kendi nesnelliği aracılığıyla, aynı ya da benzer fikirlere, heyecanlara, değerlendirmelere götürmek, ona haz ve beğeni yoluyla ahlaksal davranışlar ve görüşler kazandırmak ve toplumsal yaşamda gerekli aktifliği ona kazandırmaktır. Ancak böylelikle, dünyanın sanat yoluyla kavranması, mükemmelliğe ulaşmış olur. Estetiğin görevi, toplumsal pratiğin tabanı üzerinde, tarihsel olarak gelişen karmaşık, estetik özümleme sürecinin tabi olduğu genel yasaları, yani toplumsal yaşamdaki çok çeşitli estetik fenomenleri, özgül bir şekilde kavrama ve yansıtma biçimi olan sanatın genel yasalarını, gerek sanatın, gerekse gerçeğin estetik düzeyde algılanmasında etkin olan yasal düzenlilikleri, sanatsal faaliyetin yasalarını ve estetik eğitiminin ilkelerini incelemektir.  

Bu sorunların çözümlenmesi, yani bilimsel olarak temellendirilmiş bir estetiğin geliştirilmesi, ilk kez tarihsel maddecilik temeli üzerinde, onun çerçevesi içinde olanaklı olmuştur. Özellikle Marksçı-Leninci bilgi teorisi ve maddeci tarih anlayışı, bilimsel estetiğin vazgeçilmez önkoşullarıdır. Estetik kavramı ilk kez 18. Yüzyılda Alman filozof Alexander Gottlieb Baumgarten tarafından ortaya atılmıştır Baumgarten’e göre estetik, "Güzel üzerine düşünme, onun ne olduğunu araştırma sanatıdır." Ancak estetik, içeriği bakımından daha ilkçağ felsefesinde ortaya çıkmış ve bu alanda birbiriyle taban tabana karşıt iki tavır, yani maddeci ve idealist yönelimler belirmişti. İlkçağ Yunan felsefesinde idealist bir estetiğin baş temsilcisi Platon'du. Buna karşılık Aristo'nun estetiğinde apaçık maddeci eğilimlere rastlanır.  

kopyala-yapıştır kaynak: etik.nedir.com


12 Kasım 2015 Perşembe

ETİK

Etik kelimesinin sözlük anlamı nedir? 
1. Ahlak, ahlaksal, ahlaki. 
2. Törebilim, ahlakbilim. 

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir. 

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir. Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etiğin batı geleneği zaman zaman ahlak felsefesi olarak da anılmıştır. Türkçe ahlak bilimi olarak da anıldığı olmuştur.  

Ayrıca Türkçe'de etik sözcüğü ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak da kullanılır. Halkın kendi kendine oluşturduğu hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara Etik Kanunları denir. İnsan davranışının etiksel temelleri her sosyal bilime yansır: 
Antropolojide bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden, ekonomide kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için, politika biliminde (siyaset bilimi) gücün tahsisindeki rolü nedeniyle, sosyolojide grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle, hukukta etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle, kriminolojide etik davranışı öven, etik olmayan davranışı kötüleyen hali ve psikolojide de etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolüyle mevcuttur.  

Etik sosyal bilimler dışında kalan çeşitli bilim dallarına da yayılmıştır. Örneğin biyolojide biyoetik adıyla, ekolojide ise çevresel etik adıyla önemli bir yer teşkil eder. 

Analitik felsefede, etik geleneksel olarak üç ana alana ayrılır: Meta-etik, normatif etik ve uygulamalı etik.  

Farklı Etik Anlayışları 
1. Uygulamalı Etik: 
Uygulamalı etiğin bir şekli, normatif etik teorilerinin belirli (spesifik) tartışmalı meselelere uygulanmasıdır. Bu durumlarda, etikçi savunulabilir bir teorik yapı benimser ve sonra teoriyi uygulayarak normatif (standard) tavsiyeler türetir. Fakat, çoğu kişiler ve durumlar, özellikle de geleneksel dindarlar ve hukukçular, bu yaklaşımı ya kabul edilmiş dini doktrine karşı bulur ya da var olan yasa ve mahkeme kararlarına uymadığı için uygulanamaz ve pratikten yoksun bulurlar. Bunun dışında uygulamalı etikte kullanılan farklı yöntem ve yaklaşımlar da vardır. Bu yöntem ve yaklaşımlara safsatalar (veya safsatacılık) örnek olarak verilebilir. Her ne kadar uygulamaları etikte incelenen soruların çoğu kamu politikasını içerse ve doğrudan kamusallaşmış uygulama ve olaylara dair olsa da, uygulamalı etik başlığı altında farklı sorularda incelenebilir. Örnek vermek gerekirse: "Yalan söylemek her zaman yanlış mıdır? Eğer değilse, hangi zamanlarda izin verilebilirdir (caiz)?" Bu tip etik hükümleri oluşturmak her türlü normdan önceliklidir. Uygulamalı etiğin farklı uzmanlıklardaki etik sorunları inceleyen bazı alt dalları (disiplin) mevcuttur. Örneğin: iş etiği, tıbbi etik, mühendislik etiği ve yasal etik gibi. Her alt bu uzmanlıkların etik kuralları içerisinde ortaya çıkan yaygın meseleleri karakterize eder ve bunların kamuya olan sorumluluklarını tanımlar. 

2. Dini Etik: 
Dini etik, gerek uygulamalı etik gerekse geleneksel (genel) dini etik başlığı altında incelenebilen bir etik perspektifi ve anlayışıdır. Bu tutumda, etiğin temelleri dinidir. Dinlerdeki ahlak kavramının çeşitliliği ve dinlerin çeşitliliği yüzünden, dini etik kavramı da ayrıntılar açısından farklılık ve çeşitlilik gösterir. 

3. Erdemler Etiği: 
Erdemler etiği insanın nasıl birisi olması gerektiğini söylemeye çalışır. Erdemler etiği ilk olarak Eski Yunan'da ortaya çıkmıştır. Plato'nun Symposium'unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak Basiret, Adalet, Cesaret ve İtidal (ılımlılık, ölçülülük) gösterilmiştir. Aristo erdemleri ahlaki ve akli olarak ikiye ayırmıştır. Dokuz akli erdemin en üstünde sophia yani teorik hikmet ve phronesis yani pratik hikmet gelmektedir. Aristo da ahlaki erdemler olarak basiret, adalet, cesaret ve itidali verir. Aristo'ya göre her ahlaki erdem her iki uçtaki kusurun ortalamasıdır. Örneğin cesaret erdemi, korkaklık ve deli cesareti gibi kusurların ortasında yer alır.   

kopyala-yapıştır kaynak: etik.nedir.com


31 Ekim 2015 Cumartesi

TİTAN

Titanlar, Yunan mitolojisine göre efsanevi Altın Çağ'da dünyayı yönetmiş olan güçlü tanrı ırkıdır. Genellikle baz alınan, 8.yy'da yaşadığı düşünülen ozan Hesiodos'un (Yunan ilk çağının Homeros'tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilir. Eserlerinden 2 büyük epik bugüne ulaşabilmiştir. Bunlar, tanrılar ile alâkalı mitler üzerine olan Theogonia (Tanrıların Doğuşu; genel kanı Teogoni'nin yazarının Hesiodos olduğu yönündedir, ancak bu kesin değildir. Üslup açısından diğer eserine yakındır. Konusu genel olarak evrenin, dünyanın ve Tanrıların kökeni, varoluşlarıdır.) ve çiftçi yaşamını anlatan İşler ve Günler'dir. Yunan mitolojisi ve Yunan çiftlik hayatı üzerine bilinenlerin çoğu Hesiodos'un eserlerinden öğrenilmiştir.) theogonisine (theogoni: mitolojik tanrıları inceleyen bilim dalı) göre en başta oniki Titan vardı. Bu Titanlar değişik kavramlarla özdeşleştirilmiştir. Örnek olarak, okyanus, hafıza, görüntü ve doğal kanun verilebilir. Baştaki oniki Titan daha sonra başka Titanları doğurdular. Bunlardan bazıları Prometheus ve Atlas'tı. Titanlar, babası Uranus'u tahttan atan Kronos tarafından yönetilmiştir. Titanlar ise Olimposlu tanrılar tarafından tahttan indirilmiştir.

Yunan mitolojisinde herşeyden önce doğurgan bir hiçlik veya genişleyebilir bir boşluk olarak, sadece Khaos vardı. Düzen'den ya da öteki adıyla Evren'den (Kosmos) önce gelmiştir. Khaos'u bir Evren haline dönüştüren Demiourgos (yaratıcı), var olan şeyleri düzene koymuş, onlara biçim vermiş, ama onları yaratmamıştır.

Khaos'tan 5 Varlık Türedi:
Gaia (toprakana - yer; dişi), Yeryüzünün kişileşmişi olan tanrıça; Yunan mitolojisinin "toprakana"sı. Khaos'tan türemiş ilk varlıktır. Tüm tanrıların ve titanların annesidir. 
Tartaros (cehennem, erkek), Khaos'tan türemiş ikinci varlıktır. Ölüler Ülkesinin altında, yerin yedi kat dibinde olup, hem gökkubbenin tam tersi şekilde, yani çukur olarak düşünülen bu yerin hem de bu yeri temsil eden tanrıdır. Tartaros bir tanrı olarak, bu çukurun kişileştirilmesinden, yani çukurun kendisinin mitolojik temsilinden başkaca bir şey değildir.
Eros (aşk, erkek), Khaos'tan türemiş üçüncü varlıktır. Aşk, seks ve şehvet Eros'un kölesidir. Geleneklere göre, Afrodit kadınların erkeklere olan aşkını temsil ederken Eros erkeklerin kadınlara olan aşkının temsilcisiydi. Sevgilisi olarak "güven ve teslimiyeti" temsil eden Psyche bilinir. 
Erebus (karanlık, erkek), Khaos'tan türemiş dördüncü varlıktır. "koyu karanlık" anlamındaki Erebos, toprak altının karanlığını temsil eder. Efsanelerde adı neredeyse hiç geçmeyen Erebos'un bulunduğu yer, yeryüzü ile Ölüler Ülkesinin arasında kalan yeraltı bölgesidir. Erebos'un koyu sisleri, dünyanın sınırlarını çevreler, yer altındaki tüm oyukları doldurur ve gölgesi Ölüler Ülkesine ulaşır. 
Nyx (gece, dişi), Khaos'tan türemiş beşinci varlıktır. Nyx,  "gece" demektir ve geceyi temsil eder.

Bu 5 Varlıktan Türemiş İlk Tanrı Ve Tanrıçalar
Uranos: Gaia'nın kendi kendine meydana getirdiği bir tanrıdır, "gökyüzü"nü temsil eder. 
Pontos: Gaia'nın kendi kendine meydana getirdiği bir tanrıdır, denizleri temsil eder. 
Ourea: Gaia'nın kendi kendine meydana getirdiği on adet dağı temsil eden tanrı veya tanrıçalardır.
Typhon (Tifon): Gaia ile Tartaros'un oğlu, Yunan mitolojisindeki tüm canavarların (Kerberos, Orthros, Ladon, Chimera, Hidra vb.) ilk örneği, babası ve en tehlikelisi. Yarı insan yarı yılan bu dev canavar, Zeus tarafından Etna Yanardağı'nın dibine gömülmüştür. Karısı ise yine kendisi gibi yarı yılan yarı insan olan canavar Ehidna'dır.
Aether: Nyx ile Erebos'un oğlu, göklerin en üst katındaki ışıltılı, tanrısal havayı, ışığın tözünü temsil eden tanrı.
Hemera: Nyx ile Erebos'un kızı, günü temsil eden tanrıça.
Kharos: Nyx ile Erebos'un oğlu, yeraltı tanrısı Hades'in ve Ölüler Ülkesinin kayıkçısı. Yeni ölmüş olanların ruhlarını Styx ve Acheron (veya Akheron) nehirlerinden karşıya geçirmekle yükümlüdür.
Thalassa: Aether ile Hemera'nın kızı, deniz tanrıçası. Rodos Adası halkının mitolojik anasıdır.
Ananke: Zorunluluk ve kader tanrıçası. Orfik tarikat geleneğinde yaratılış mitine göre, Khaos'u ve evreni Kronos (zaman) ile Ananke'nin (zorunluluk) birleşmesi meydana getirmiştir.
Phanes (Protogonos): Orfik tarikat geleneğindee Kronos (zaman) ile Aether'in birleşmesinden meydana gelen "Kozmik Yumurta"dan çıkan ilk varlıktır (ilk doğan, yani protogonus). Işığın tanrısı Phanes, Erikapaeos (güç) ve Metis (düşünce) gibi adlarla da bilinir. Protogonus, "hayat verici aşk" olarak, ayrıca Eros ile de özdeşleştirilmiştir.
Hydros: Orfik tarikat geleneğinde Khaos'tan türemiş olan ilk su.
Thesis: Orfik tarikat geleneğinde Khaos'tan Hydros ile birlikte türemiş olan, doğa (Physis) ile ilişkili dişi varlık. Hydros ve Thesis'in birlikteliğinden Gaia (yeryüzü) meydana gelmiştir.
Physis (Phusis): Orfik tarikat geleneğinde doğa tanrıçası; bazen hem erkek hem dişi sayılmıştır.
Tethys: Orfik tarikat geleneğinde tatlı su akışının ilk örneği olan tanrıça; kocası Okeanos ile birlikte tüm nehir, pınar ve bulutlara sularıyla can verirler.
Nesoi: Orfik tarikat geleneğinde adaların ilk örneği olan tanrıçalar; Callimachus'a göre, bunlar Poseidon'un yabasıyla karadan kopartarak denize yerleştirdiği dağlar (Ourea) idi.
Keto: Gaia ile Pontos'un kızı, deniz tanrıçası. Hesiodos'a göre, Ehidna'nın, aralarında Medusa'nın da bulunduğu Gorgonların, gri cadıların ve Ladon gibi canavarların anasıdır.
Phorkys: Gaia ile Pontos'un oğlu, deniz tanrısı. Aynı zamanda Keto'nun eşi ve yukarda saydığımız yaratıkların babasıdır.
Nereus: "Deniz İhtiyarı" Nereus, Gaia ile Pontos'un en büyük oğullarıdır. Bir titandır. Nereidler diye tabir edilen deniz perileri, Nereus'un Okeanos kızı Doris'ten olma kızlarıdır.
Proteus: Homeros'a göre Nereidlerin babası olan "Deniz İhtiyarı", Nereus değil, Proteus'tur. Proteus, şekil değiştirme yetisine sahiptir. Bazı uzmanların görüşüne göre, Nereus ile Proteus aynı deniz tanrısının iki ayrı görünümüdür.
Glaukos: Balıkçıları ve denizcileri fırtınadan koruyan deniz tanrısıdır. Ölümlü iken yediği bir sihirli ot sayesinde ölümsüzlüğe kavuşmuştur.
Thaumas: Gaia ile Pontos'un oğlu, deniz tanrısı. Thaumas, denizin görünmez tehlikelerini temsil eder. Gökkuşağı tanrıçası Iris, Thaumas'ın Okenaos kızı Elektra'dan olma kızıdır.
Eurybia: Gaia ile Pontos'un kızı, deniz tanrıçası. Titan Krios'un karısıdır.
Eris: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, fitne, fesat, anlaşmazlık tanrıçasıdır.
Geras: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, yaşlılığın kişileşmişi olan tanrıdır.
Nemesis: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, intikam tanrıçasıdır.
Moros: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, felaket tanrısıdır.
Momos: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, sansür ve iftiranın kişileşmişi olan tanrıdır.
Philotes: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, cinsel birleşme ve çekim tanrıçasıdır.
Oneiroi: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, rüya cinleri veya tanrılarıdır. En ünlüleri Morpheus'tur.
Apate: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, hile tanrıçasıdır.
Oizys: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, sefalet tanrıçasıdır.
Moirai: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, üç kader tanrıçasıdır.
Keres: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, ölüm tanrıçasıdır.
Thanatos: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, ölümün kişileşmişi olan tanrıdır.
Hypnos: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, uykunun kişileşmişi olan tanrıdır.

Yunan Mitolojisinde Titanlar
Titanlar, Gaia ile Uranos'un 12 çocuğuna verilen isimdir. 6 kız, 6 erkek kardeştirler. 

Okeanus Heykeli: İstanbul Arkeoloji Müzesi - Buluntu: Efes (MS 2. yüzyıl)

Okeanos (okyanus): Yunan mitolojisinde Okeanos (Ωκεανος), bir tepsi gibi dümdüz olduğu düşünülen dünyayı dört bir yandan çevreleyen efsanevi Okeanos Nehri'nin tanrısıdır. Okeanos Nehri'ne mitolojide yeryüzündeki akarsu, yer altı suları, göl, pınar, kuyu, yağmur bulutu vb. tüm tatlı su kaynaklarını besleyen asıl kaynak gözüyle bakılır. Ay, güneş ve yıldızlar da dahil olmak üzere, bütün gök cisimleri her gün Okeanos Nehri'nin sularından doğup yine bu nehrin sularına batarlar. 
Okeanos Nehri

Hades'in yönetimindeki Ölüler Ülkesi'nin ya yerin yedi kat dibinde ya da Okeanos Nehri'nin ötesinde olduğu düşünülür. Tanrı Okeanos, Gaia ile Uranos çiftinden meydana gelmiş ilk 12 Titandan biridir. Enteresan olan, Okeanos'un, Titanlar Savaşı'ndan da, kardeşlerinin babaları Uranos'u hadım etmek üzere kurdukları pusuda yer almaktan da uzak durmuş olmasıdır. Okeanos, bu bakımdan erkek Titanlar içinde tek istisnadır ki bu da kimi mitoloji uzmanlarına Okeanos'un, Orfik mitlerde göklerin Kronos'tan önceki hakimi diye geçen Titan Ophion ile aynı tanrı olduğunu düşündürmektedir. 

Okeanos'un kardeşi olan bir başka Titan'la, Tethys'le zaman geçirmesi üçbin deniz nymphelerinin oluşmasına neden oldu. Okeanid (su perileri) olarak da bilinen bu nymphelerin her biri ayrı bir tatlı su, göl, nehir, yağmur, bulut, otlak, esinti, çiçek ve su perilerdir.

Sembolleri balık ve yılan olan Okeanos, antik Yunan vazo resimlerinde, tıpkı oğulları nehir tanrıları gibi, boğa boynuzlu ve balık kuyruklu olarak tasvir edilir. Helenistik dönemde Okeanos Nehri bir fikir olarak büyük ölçüde terk edildiği ve Okeanos, bu dönemden itibaren Yunan medeniyetinin yeni yeni tanıdığı Hint ve Atlantik Okyanusları ile özdeşleştirildiği içindir ki mozaik sanatında Okeanos, başında yengeç kıskacı biçiminde küçük boynuzları olan bir deniz tanrısı olarak tasvir edilmeye başlanır. Bu mozaiklerde Okeanos'un elinde ya da civarında bir kayık küreği, yanında da çoğunlukla eşi Tethys bulunur. 

Okeanos ve Tethys Mozaiği 
Gazi Antep Zeugma Mozaik Müzesi

Tethys (Yeraltı ve kaynak suları, tatlı sular): Yunan mitolojisinde bir Titan olan Tethys, denizin, bereketli okyanusun kişileşmişidir. Deniz tanrıçası olan Tethys, Uranus ile Gaia'nın kızıdır. Erkek kardeşi olan Okeanos'dan birçok çocuğu olmuştur. Antik Çağ'da O'nun dünyadaki büyük nehirlerin (Nil nehri gibi) annesi olduğuna inanılırdı. 

İsmi "ebe" anlamındaki "tethe" sözcüğünden türeyen tanrıça Tethys, her biri bir peri ya da nehir tanrısı olan sayısız oğlunu ve kızını, Okeanos'tan emdiği sularla besler. Tethys'in başındaki küçük kanatlar, bize onun yağmur bulutlarının anası olduğunu hatırlatır.
Oğlu, Yunan deniz tanrılarından biri olan Peneus'tur. Deniz tanrıçası Tethys'in adı antik bir okyanus olan, Tetis Okyanusu'na verilmiştir.

Chronos Heykeli: Münih Ulusal Müzesi 
Ignaz Günther tarafından 1765-75 yılları arasında yapılmış.

Kronos (zaman): Kronos (Κρόνος) veya Latinlerin yazışıyla Cronus, Yunan mitolojisinde zamanı ve çağları temsil eden tanrı olup ilk Titanların en genci ve lideridir. İsmi Yunanca'da zaman anlamına gelen Kronos, babası Uranos'u büyük bir orakla hadım ederek Titanların başına geçmiş, mitolojide Altın Çağ diye adlandırılan devri başlatmıştır. Titan Kronos'un egemen olduğu bu devir, oğlu Zeus tarafından Titanlar Savaşı denen savaşta mağlup edilip tüm diğer Titanlarla beraber Tartaros'a hapsedilmesiyle kapanır; Zeus egemenliğindeki Olympos Tanrıları devri başlar. Kronos'un eşi, kendisi gibi bir Titan olup bir ölçüde ana tanrıça özellikleri de gösteren Rhea'dır. Kronos, kendisinin de oğlu tarafından devrileceği yönündeki kehanetin doğru çıkmaması için, Rhea'nın doğan çocuklarını anında midesine indiriyordu. Fakat Rhea, en küçük oğlu Zeus doğunca Kronos'u kundak bezine sarılmış bir taş parçasıyla (omphalos) kandırıp Zeus'u Girit'e kaçırmayı başardı. Kronos'un çocuklarını yemesi, bir yerde zamanın her şeyi yutan yıkıcılığını simgeler. Kronos, genellikle elinde büyük bir orakla tasvir edilir; Roma mitolojisine Satürn adıyla geçmiştir.

Kronos ile ilgili iki efsane de Hesiodos'un Thegonia'sında anlatılmaktadır. Homeros destanlarında adı geçer. Kronos'un Hades eliyle yeraltına kapatıldığına da değinilir, ama efsane olarak anlatılmaz. Uranos, Kronos, Zeus efsanesinde iki kez görülen babanın oğluna baskı yapıp oğlunun ayaklanması ve babasını alt ederek egemenliğini elinden alması teması, hele doğan varlıkları yutmak gibi ilkel motifler de Yunan mitolojisine dışarıdan katılmış öğelerdir. Kaynağı güneydoğu Akdeniz çevresinde bulunan bu efsanelerin Yunanlara Fenikeliler yoluyla geçtiği düşünülür. 
Kronos'un annesi Gaia tarafından eline verilen çelik tırpanla babası Uranos'un hayalarını kesmesi, tanrı kuşakları arasında yaşanılan çekişmenin ilk aşamasıdır. Uranos'un erkeklik organından akan kanlardan Erinys'ler ve spermasından Aphrodite doğar. 

Kronos'un Philyra ile birleşmesinden yarı at, yarı insan olan Kheiron doğmuştur. 
Başka efsanelerde de Aphrodite'in babası olarak da geçer. Orfik tarikat geleneğinde Kronos, Zeus ile barışmış ve mutlu bir şekilde adalarında yaşar gibi gösterilir. Bu kaynaklara göre ise Kronos yeryüzünde iyiliği ve bereketi kuran ilk tanrıdır. O'nun egemen olduğu çağ Altın Çağ'a rastlamaktadır. 
Hesiodos'un anlattığı Çağlar Efsanesi Kronos ile ilişkili olarak özellikle Roma'da tutunmuş ve Saturnus Çağı üstündeki efsaneler, birçok şairi etkilemiştir. Haftanın günlerinden Saturday (Cumartesi) ve Güneş Sisteminin Güneş'e yakınlık sırasına göre 6. gezegeni ismini ondan alır.

Hyperion

Hyperion (güneş): Olimpos'lu on iki tanrı tahtı Titanların elinden aldıktan sonra Tartarus'a sürgün edilen on iki Titandan biridir. Kayıtlarda Işığın Titanı olarak da geçer. Ayrıca Helios (Güneş) ve Selene'nin (Ay) babasıdır. Titanlar Dünya'yı yönetirken Dünya'nın Doğu kısmını yönetmiştir (Güneş Doğudan doğduğu için Şafağın Efendisi ve Işığın Lordu olmuştur) ve daha çok Doğu'nun Titanı olarak bilinir.


Theia (Θεα)

Theia (görüntü ve değerli taşlar): Titanlar'ın aydınlıktan sorumlu olanı idi. 
İsmi, Yunanca "görme" anlamındaki "thea" kelimesinden gelir. Aither veya aether denilen, gökyüzünün üst katmanlarındaki, masmavi ve parlak ışığın tanrıçasıdır. Işık ve ışıltıyla olan bu bağlantısı nedeniyle Theia, aynı zamanda altın, gümüş ve değerli taşlar gibi ışıltılı madenlerin bağışlayıcısı olarak düşünülmüştür. Erkek kardeşi ve ışığın Titan-tanrısı olan Hyperion ile birlikteliğinden mitolojiye göre Eos (şafak), Selene (ay) ve Helios (güneş) meydana gelmiştir. Titan kızkardeşleri Phoibe, Mnemosyne, Dione ve Themis gibi, Theia da kehanetle ilgili bir tanrıça sayılmış ve Yunanistan'ın Phthiotis bölgesinde adına bir tapınak inşa edilmiştir.

Koios (bilgelik ve kuzey kutbu): Yunan mitolojisinde, Koios, akıl Titan'iydi. Kız kardeşi olan zeka Titan'ı Phoebe'dan Leto ve Asteria'yi doğurmuştur. Leto, Zeus'la birleşmiş ve Artemis ve Apollo'yu dogurmuştur. Diğer Titanlar gibi, Koios da Zeus ve diğer Olimposlu tanrılar tarafından tahttan indirilmiştir.

Phoebe (gizem ve kehaneti temsil eder): Phoebe, Uranus'le Gaia'nin çocukları olan Titanlardandir. Geleneksel olarak ayla ilişkilendirilen Phoebe, Apollo ve Artemis'in anneannesidir. Koios'tan Leto ve Asteria'yı doğurmuştur. Çok güçlü bir kahindir. Delphi tapınağı ona aittir fakat torunu Apollon'a doğum gününde hediye olarak devretmiştir.

Phoebe ayın parlak halini tarif eder, "saf, parlak" (phoibos) anlamlarına gelir. Yunan mitolojisinde Phoebe adı, parlak gök cisimleri veya madenlerle ilgili pek çok tanrıçanın, özellikle de ay tanrıçalarının alternatif adı olmuştur. 

Rhea Kronus'a bezlere sarılı taş sunuşu  
Capitoline Müzesi, Roma, İtalya

Rhea (doğurganlık, bereket):
 Rhea, Gaia ve Uranos'un kızıdır. Tanrıların anası ve Dağlık bölgelerin tanrıçası olarak bilinir. Önceleri çoğunlukla Gaia ve Kybele ile eş tutulurken sonradan, Olimpos Dağı'nda yaşamamasına rağmen, Olimpian tanrı ve tanrıçalarının anası sayılmıştır.

Rhea'nın kardeşi Kronus'tan 6 çocuğu olmuştur. Bunlar sırasıyla: Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve Zeus'tur. Kronos babasından öğrendiği üzere çocuklarını doğar doğmaz yutmaya başlamıştır. Rhea bu duruma artık katlanamaz hale gelmiş ve annesi ile babasından Zeus'u kurtarmak için yardım istemiştir. Bir plan yaparak bunu başarmışlardır. Bu plana göre Rhea Zeus doğduğunda onu İda Dağı'na saklamış ve Kronus'a bezlere sarılı taş yedirtmeyi başarmıştır.

Mnemosyne Mozaiği
Tarragona Ulusal Arkeoloji Müzesi, İspanya

Mnemosyne
(hafıza ve hatıra): Mnemosyne, Yunan Mitolojisi'nde hafızanın tecessümü olan Titan tanrıça. Gaia ile Uranos'un Titan adı verilen 12 çocuğundan biridir. Dilleri ve kelimeleri de icat etmiştir. Yazının icadından önce tarihsel olayların hikayelerini ve mitleri nakletmek için gerekli olan sözel hafızayı temsil eder. Sözlü geleneğe bağlı ozanların koruyucu ve esinleyici tanrıçaları olan Müzler (veya Dokuz Musalar, Mousai), Mnemosyne'nin Zeus'tan olma kızlarıdır. 

Efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile üst üste dokuz gece birlikte olmuş, bu dokuz gecenin her birinde ayrı bir müz doğmuştur. Olympos dağının dibinde doğdukları için "Olympos'lu müzler" olarak anılırlar.
Müzlerin, etkili oldukları sanat veya bilim dallarıyla birlikte, isimleri şunlardır: 
Kalliope (destanlar) 
Kleio (tarih) 
Urania (astronomi) 
Thalia (komedya) 
Melpomene (tragedya) 
Polyhymnia (dinsel şiirler) 
Erato (aşk şiirleri, erotik şiirler) 
Euterpe (lirik şiirler) 
Terpsikhore (koro şarkıları ve dans) 

Themis 
(Buluntu: M.Ö. 300. Nemesis Tapınağı - Rhamnous antik şehri)
Ulusal Arkeoloji Müzesi

Themis (ilahi adalet ve düzen): Themis, Yunan mitolojisinde Uranüs ve Gaia'nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçasıdır. İlahi adaletin tecessümüdür. Zeus'un Metis'ten sonraki ikinci karısıdır. Babaları Zeus olan, Horae ve Moirae'nin annesidir. Kendisi öfkeli veya cezalandırıcı değildir. Ona yeteri kadar saygı gösterilmediğinde veya adaletsizlik yapıldığında, o sessiz kalır ve onun yerine Nemesis gerekli karşılığı, cezayı verir. Themis, aynı zamanda kâhindir, kehânet gücü vardır, kehânet yeri olan Delphi tapınağını o inşa etmiştir. İlk dönemlerde tam zıddı olduğu Eris ile beraber ve benzer figürize edilirdi. Son dönemlerde ve daha sonraki çağlarda ise gözleri bağlı elinde bir terazi ile figürize edilir oldu.
Themis, Olympos’ta yaşar, Tanrıların toplantılarına başkanlık eder, Olympos'taki düzeni o korur, öyküsü yoktur, Her yerde her zaman vardır. Kılıç, adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü; Terazi, adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. "Kadın" ve "Bakire" olması bağımsızlığı ifade eder. Ayrıca Tanrıçanın gözü bağlıdır. Bu da tarafsızlığını simgeler. Hukukun evrensel ilkelerini simgesel olarak taşıdığı için Themis heykeli adaleti en iyi şekilde ifade eden figürdür.

Kriyus (savaş ve barış): Savaşla ve takımyıldızlarla ilgili olduğu sanılan Titan, Uranus ile Gaia'nın oğludur. Bu oniki titan arasında hakkında pek araştırma yapılmayan tek titan Krius'dur. Ne tanrısı olduğu belli olmayan bu titan hakkında pek çok tez atılmış fakat açıklık getirilememiştir. Tarihi kaynaklarda kabul edilen özelliği ve hakkında bilgi olmamasının sebebi şöyle açıklanır...
Krios, bir güç ve savaş tarısıdır. Gaia ile titanların lideri Uranüs'ün oğludur. Ve Nike'nin en büyük atasoyudur. Eurybia ile evlendikten ve Pallas isimli bir çoçuk sahibi olduktan sonra diğer titanlar tarafından tehdit olarak görülmüş; fakat gücü ve kudretiyle başedemiyeceklerini bilen titanlar onu ailesiyle tehdit edip lanetlemiştir. Ve bütün bilgileri kaybolmuş, bulunamamıştır. Krios'a tapan yüzbinlerce insan onun kudretine ve gücüne hayrandır. Yunan mitolojisinde Kronos'tan daha güçlü olduğu sanılan tek titandır.

İapetos (ölümlülük, yaşam süresi): Ölümlülüğü temsil eden Titan, Uranus ile Gaia'nın oğludur. Okeanos ile Tethys'in kızı Klymene ile evlenmiş ve bunun sonucunda çocuları Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimetheus olmuştur.

kopyala-yapıştır kaynak: 
tr.wikipedia.org
yunanmitolojisi.com