21 Kasım 2015 Cumartesi

SOKRATES (MÖ. 469 - 399)

SOKRATES
Sokrates  ya da Sokrat (Yunanca: Σωκράτης - Telaffuzu: Sokratis; MÖ. 469 - 399)
Antik Yunan filozofu

Sokrates, Heykeltıraş Sophroniskos'un ve Ebe Fenarete'nin oğludur. İnsanlık tarihinin en saygın kişiliklerinden biri olarak tanınan Sokrates aslında bir sofisttir. Atina'da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. Babası, onu kendi mesleğinde, bir heykeltıraş olarak yetiştirmek istediği halde, Sokrates felsefeye ilgi duymuş. Meydanlarda, tiyatrolarda ve yollarda felsefî tartışmaların yapıldığı bir ortam içinde böyle bir istek doğal olmalı. Sokrates, aritmetik, geometri, astronomi ve politikaya ilişkin yeterli düzeyde bilgiye sahipti. Çok basit bir yaşam sürmüştü. Her ne kadar görüşlerinin çok etkili olduğu kabul edilmişse de, hiçbir yapıt kaleme almamıştır. Onu iki öğrencisi, Platon ve Ksenofanes'in yazdıklarından tanımaktayız. 

Özel yaşamına ilişkin fazla bir şey bilinmemekle beraber Sokrates, Platon ve Ksenophon'un anlatımlarına göre kendisine üç çocuk veren Ksanthippi ile evlidir. Platon ve Ksenophon'un çizdiği portreye göre basık burunlu, patlak gözlü, sarkık dudaklı ve göbeklidir. Alçakgönüllü, alışkanlıkları ve felsefeden başka bir uğraşı olmadığı bilinen Sokrates, başta öğrencisi Platon olmak üzere Yunan gençleri üzerinde giderek taklit edilmeye varacak derecede yükselen bir etki yaratır. Hatta bu grup özentisini alaya almak için Aristophanes Kuşlar adlı komedyasında bir terim icat eder. Bu terim Esokraton'dur. Esokraton'lar 
"sokrates özentileri" O'nun gibi yalın ayak yürürler, uzun saçlı olurlar, açlık çekerler, Sokrateslik taslarlar. 

Sokrates'in felsefedeki ve felsefe tarihin­deki önemi, öncelikle ruh kavramını açıklamış olmasından kaynaklanır. O'na göre bilinçli ve ahlâki kişiliğin bulunduğu yer ruhtur. Felsefenin merkezine insanı geçiren, insanın kendisiyle, evrenle ve toplumla olan ilişki­sinin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini araştıran, insan yaşamının kişisel, toplumsal ve ahlâki boyutunu ön plana çıkaran Sokrates, aynı zamanda ilk etik (ahlak) teorisinin kurucusudur. Onun etiğinin en temel tezi ya da önerme­si, bir insanın en önemli faaliyetinin ruhuna gereken özeni göstermesi olduğu veya sor­gulanmamış bir hayatın yaşanmaya değer ol­madığı tezidir. Sokrates'in inancına göre, ki­şinin nasıl yaşaması gerektiği sorusu üzerinde düşünmemesi onun değersiz, ve do­layısıyla mutsuz bir yaşam sürmesiyle eşan­lamlıdır. Ve Sokrates insanların bu soru üzerinde pek düşünmeden yaşadıklarını ima etmiştir. Çünkü insanlar başka insanların da bulunduğu ve toplum değerlerinin hakim ol­duğu bir dünyaya dahil olmuş durumdadır­lar. Ne yapmaları neyin peşinden koşmaları ve nasıl yaşamaları gerektiğini onlara her zaman anne-babaları akrabaları, kısacası bü­yükleri söyler. İnsanlar toplumun ideallerini ve değerlerini olduğu gibi benimserler. İçin­de bulunulan sosyal atmosfer neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü olduğuy­la, yani ahlâklılıkla ilgili birtakım fikirleri insanlara aktarır. Aynı sosyal atmosfer, ahlâklılıkla yakından ilişkili olan dini düşün­celer ve bu arada kişisel hedeflerle ilgili bek­lentiler sergiler. Söz konusu sosyal koşullan­ma ya da toplumsallaşma süreci içinde, hemen tüm insanlar toplumun ideallerine gö­nüllü yazılır ve çevrenin beklentilerine uygun yaşar. İnsanların çoğu mesleklerini dahi, toplumun kutsadığı, ya da önemsediği alternatiflerin arasından seçer ve yaşantılarını böyle planlar. Dine de aynı şekilde yazılır ve iyi ya da ahlâklı yaşamı büyükleri gibi tanım­larlar. Kısacası, insanlar üyesi oldukları top­luma ve bağlı bulundukları kültüre göre ya­şarlar. İşte böyle bir yaşam, Sokrates'in «sorgulanmamış' dediği varoluşçuların 20. yüzyılda 'sahici olmayan yaşam' diyecekleri hayattır. 

Ahlak felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates’in yaşamının en belirgin olaylarından biri M.Ö. 399 yılında hakkında açılan davadır. Platon'un Sokrates'in Savunması adlı eserinde anlattığı kadarıyla Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanır. Sokrates bu suçlamalar sonucunda ölüme mahkûm edilir. Sokrates, yazılı bir kaynak bırakmamıştır. Yaşamı ve düşünceleri ile ilgili bilgiler Aristophanes gibi çağdaş yazarlar, Platon ve Ksenophon gibi ardıllarının yazdıkları ve Sokrates’in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’in dolaylı anlatımlarıyla günümüze ulaşmıştır.


17 Kasım 2015 Salı

ESTETİK

Sözlükte "estetik" 
Estetik sözcüğü, Grekçe aisthesis ya da aisthanesthai sözünden gelir. Aisthesis sözcüğü; duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına gelmektedir.
1. Sanatsal yaratının genel yasalarıyla, sanatta ve yaşamda güzelliğin kuramsal bilimi, güzelduyu, bediiyat; kusurlu bir organı düzeltmek ya da güzelleştirmek amacıyla uygulanan yöntemler. 
2. Güzellik duygusuyla ilgili olan ya da güzellik duygusuna uygun olan, güzelduyusal. 
3. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzelduyu  

Estetik, güzelliği ve güzelliğin insan zihnindeki etkilerini inceleyen bir felsefe koludur. Estetik, güzel'i bulmak için duygulara yol gösterir. Asıl konusu sanat eserlerindeki güzelliktir. Güzellik fikrinin geçirdiği gelişmeler bir sistem altında ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra araştırılmaya başlanmış, bir bilgi kolu olarak çok yeni kurulmuştur. 

Felsefenin bu bölümü, dünyanın insan tarafından estetik düzeyde kavranmasında etkin olan genel yasal düzenlilikleri ve bu kavramanın önemini araştırır. Estetik bilgi teorisiyle ve sanat bilimleriyle olduğu kadar, bunların ötesinde birçok toplum bilimiyle de yakından ilişkilidir. İçeriği bakımından felsefi bir karakter taşıdığı halde, özellikle sanat bilimleriyle olan ilişkisi bakımından, çoğunlukla bağımsız bir bilim gibi ele alındığı görülür. 

Estetik düzeyde kavrama denince, nesnel dünyanın insanların bilincine yansımasının özgül bir biçimi anlaşılır. Bu yansıma, bilimsel bilgide karşılaştığımız teorik düzeyde kavramadan ve diğer zihinsel -ahlaksal, hukuksal dinsel- kavramlardan farklıdır ama toplumsal yansıma sürecinin bütününün bir parçası olarak, bunlarla karşılıklı-etki içindedir. Dünyanın estetik düzeyde kavranması, onun teorik ve ahlaksal düzeyde kavranmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağ, dünyanın estetik düzeyde kavranmasının, özümlenmesinin sonucu olan sanat yapıtlarının da birer bilgi içeriği taşımalarına ve ahlaksal-eğitsel birer değer ortaya koymalarına yol açar.  

Gerçeğin estetik yoldan kavranması, insanın pratik ve zihinsel faaliyetinin bütün alanlarıyla da sıkı bir bağ içindedir. Bu kavramanın tipik yanı, insanın yeteneklerinin ve yaratıcı güçlerinin, «insanın varlık güçlerinin»,(Marks) dönüşüme uğratılmış doğa nesnelerinde ve toplumsal ilişkilerde nesneleştirilmesi, öte yandan da insan faaliyetinin evrensel karakter taşımasıdır. İnsan, yalnızca faydacılık düşüncesiyle hareket ederek, o andaki gereksinimlerini gidermek için üretim yapmayıp, aynı zamanda kendi özünü, varlığını bilgilerinin ve deneyimlerinin damgasını taşıyan öznel yaşantı dünyasını dile getirmek ve özellikle insanları ve onların davranışlarını ayrıca doğa ve toplum fenomenlerini ve olaylarını değerlendirmek için yapıtlar ortaya koyarak, her türü, bünyesinin özelliklerine göre üretme yeteneğini kazanır.

İnsan bu yüzden güzelliğin tabi olduğu yasal düzenliliklere göre de biçim verir. (Marks) Estetik düzeyde kavramanın en önemli alanı olan sanatsal üretim alanında, insan, güzelliğin yasalarına göre biçimlendirirken, güzelin ölçüsü de tarihsel olarak dönüşüme uğrar ve insan durmadan yeni tür sanat yapıtları yaratır. İnsanın yarattığı bu sanat yapıtları, aynı zamanda nesnel dünyanın özgül birer yansısıdırlar, ve büyük ölçüde duyum verilerine ve "heyecan"lara bağlıdırlar. Sanat yapıtları aynı zamanda sanatçının öznelliğinin, fikirlerinin ve duygularının, yansıtılmış ve sanatkarca canlandırılmış fenomenler karşısındaki tavrının, onları değerlendirmesinin ifadesidirler.  

Sanat yapıtlarının toplumsal yaşam içindeki işlevleri, alıcılarda (izleyicilerde) sanat beğenisi uyandırmak ve izleyiciyi, izleyicinin kendi nesnelliği aracılığıyla, aynı ya da benzer fikirlere, heyecanlara, değerlendirmelere götürmek, ona haz ve beğeni yoluyla ahlaksal davranışlar ve görüşler kazandırmak ve toplumsal yaşamda gerekli aktifliği ona kazandırmaktır. Ancak böylelikle, dünyanın sanat yoluyla kavranması, mükemmelliğe ulaşmış olur. Estetiğin görevi, toplumsal pratiğin tabanı üzerinde, tarihsel olarak gelişen karmaşık, estetik özümleme sürecinin tabi olduğu genel yasaları, yani toplumsal yaşamdaki çok çeşitli estetik fenomenleri, özgül bir şekilde kavrama ve yansıtma biçimi olan sanatın genel yasalarını, gerek sanatın, gerekse gerçeğin estetik düzeyde algılanmasında etkin olan yasal düzenlilikleri, sanatsal faaliyetin yasalarını ve estetik eğitiminin ilkelerini incelemektir.  

Bu sorunların çözümlenmesi, yani bilimsel olarak temellendirilmiş bir estetiğin geliştirilmesi, ilk kez tarihsel maddecilik temeli üzerinde, onun çerçevesi içinde olanaklı olmuştur. Özellikle Marksçı-Leninci bilgi teorisi ve maddeci tarih anlayışı, bilimsel estetiğin vazgeçilmez önkoşullarıdır. Estetik kavramı ilk kez 18. Yüzyılda Alman filozof Alexander Gottlieb Baumgarten tarafından ortaya atılmıştır Baumgarten’e göre estetik, "Güzel üzerine düşünme, onun ne olduğunu araştırma sanatıdır." Ancak estetik, içeriği bakımından daha ilkçağ felsefesinde ortaya çıkmış ve bu alanda birbiriyle taban tabana karşıt iki tavır, yani maddeci ve idealist yönelimler belirmişti. İlkçağ Yunan felsefesinde idealist bir estetiğin baş temsilcisi Platon'du. Buna karşılık Aristo'nun estetiğinde apaçık maddeci eğilimlere rastlanır.  

kopyala-yapıştır kaynak: etik.nedir.com


12 Kasım 2015 Perşembe

ETİK

Etik kelimesinin sözlük anlamı nedir? 
1. Ahlak, ahlaksal, ahlaki. 
2. Törebilim, ahlakbilim. 

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir. 

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir. Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etiğin batı geleneği zaman zaman ahlak felsefesi olarak da anılmıştır. Türkçe ahlak bilimi olarak da anıldığı olmuştur.  

Ayrıca Türkçe'de etik sözcüğü ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak da kullanılır. Halkın kendi kendine oluşturduğu hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara Etik Kanunları denir. İnsan davranışının etiksel temelleri her sosyal bilime yansır: 
Antropolojide bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden, ekonomide kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için, politika biliminde (siyaset bilimi) gücün tahsisindeki rolü nedeniyle, sosyolojide grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle, hukukta etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle, kriminolojide etik davranışı öven, etik olmayan davranışı kötüleyen hali ve psikolojide de etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolüyle mevcuttur.  

Etik sosyal bilimler dışında kalan çeşitli bilim dallarına da yayılmıştır. Örneğin biyolojide biyoetik adıyla, ekolojide ise çevresel etik adıyla önemli bir yer teşkil eder. 

Analitik felsefede, etik geleneksel olarak üç ana alana ayrılır: Meta-etik, normatif etik ve uygulamalı etik.  

Farklı Etik Anlayışları 
1. Uygulamalı Etik: 
Uygulamalı etiğin bir şekli, normatif etik teorilerinin belirli (spesifik) tartışmalı meselelere uygulanmasıdır. Bu durumlarda, etikçi savunulabilir bir teorik yapı benimser ve sonra teoriyi uygulayarak normatif (standard) tavsiyeler türetir. Fakat, çoğu kişiler ve durumlar, özellikle de geleneksel dindarlar ve hukukçular, bu yaklaşımı ya kabul edilmiş dini doktrine karşı bulur ya da var olan yasa ve mahkeme kararlarına uymadığı için uygulanamaz ve pratikten yoksun bulurlar. Bunun dışında uygulamalı etikte kullanılan farklı yöntem ve yaklaşımlar da vardır. Bu yöntem ve yaklaşımlara safsatalar (veya safsatacılık) örnek olarak verilebilir. Her ne kadar uygulamaları etikte incelenen soruların çoğu kamu politikasını içerse ve doğrudan kamusallaşmış uygulama ve olaylara dair olsa da, uygulamalı etik başlığı altında farklı sorularda incelenebilir. Örnek vermek gerekirse: "Yalan söylemek her zaman yanlış mıdır? Eğer değilse, hangi zamanlarda izin verilebilirdir (caiz)?" Bu tip etik hükümleri oluşturmak her türlü normdan önceliklidir. Uygulamalı etiğin farklı uzmanlıklardaki etik sorunları inceleyen bazı alt dalları (disiplin) mevcuttur. Örneğin: iş etiği, tıbbi etik, mühendislik etiği ve yasal etik gibi. Her alt bu uzmanlıkların etik kuralları içerisinde ortaya çıkan yaygın meseleleri karakterize eder ve bunların kamuya olan sorumluluklarını tanımlar. 

2. Dini Etik: 
Dini etik, gerek uygulamalı etik gerekse geleneksel (genel) dini etik başlığı altında incelenebilen bir etik perspektifi ve anlayışıdır. Bu tutumda, etiğin temelleri dinidir. Dinlerdeki ahlak kavramının çeşitliliği ve dinlerin çeşitliliği yüzünden, dini etik kavramı da ayrıntılar açısından farklılık ve çeşitlilik gösterir. 

3. Erdemler Etiği: 
Erdemler etiği insanın nasıl birisi olması gerektiğini söylemeye çalışır. Erdemler etiği ilk olarak Eski Yunan'da ortaya çıkmıştır. Plato'nun Symposium'unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak Basiret, Adalet, Cesaret ve İtidal (ılımlılık, ölçülülük) gösterilmiştir. Aristo erdemleri ahlaki ve akli olarak ikiye ayırmıştır. Dokuz akli erdemin en üstünde sophia yani teorik hikmet ve phronesis yani pratik hikmet gelmektedir. Aristo da ahlaki erdemler olarak basiret, adalet, cesaret ve itidali verir. Aristo'ya göre her ahlaki erdem her iki uçtaki kusurun ortalamasıdır. Örneğin cesaret erdemi, korkaklık ve deli cesareti gibi kusurların ortasında yer alır.   

kopyala-yapıştır kaynak: etik.nedir.com


XENOPHANES (Ksenofanes, MÖ. 570-475; Kolophon)


Xenophanes (Ksenofanes, MÖ.  570-475) 
Xenophanes heykeli, Viyana Parlamento binası 
Xenofanes, Sokrates öncesi düşünürlerden olan Ksenofanes Kolophonlu'dur (şimdiki İzmir-Değirmendere). Pisagor, Anaksimandros ve Anaksimenes'in görüşlerini Anadolu'dan Yunanistan'a ve güney İtalya'ya taşıyanlardan biridir. MÖ. 540 yılında Anadolu'nun İranlılar tarafından işgal edilmesiyle yurdundan ayrılmak zorunda kalmıştır. Güney İtalya'da çok gezmiş ve gittiği yerlerde eğitici ve öğretici nitelikteki şiirlerini okuyarak dikatleri üzerine çekmiştir. Yaşamının sonlarına doğru, günümüze ancak kalıntıları kalmış olan Elea kentine yerleşmiştir.

Geleneklere, dolayısıyla da Yunan sporcularının yüceltilmesine, kehanetlere ve özellikle de halkının insan biçimli çoktanrıcılık anlayışına karşı çıkmıştır.

Xenofanes insan ve kültür sorunlarına ilgi duymuştur. İçinde yaşadığı Yunan toplumunun ve kültürünün temel kurum, kavram ve değerlerini sorgular. Bunun için sıkı eleştiriler getirmiş ve bu eleştirilerini hiciv biçimiminde ifade etmiştir. Kökleri Homeros ve Hesiodos'a kadar inen, halkın tanrı kavramı ile savaşır: "Homeros ve Hesiodos, tanrılarla insanlar arasında ne kadar ayıp ve kusur varsa hepsini yüklemişlerdir. Hırsızlık, zina ve birbirlerini kandırma."

Xenofanes tanrı kavramına ahlaki bir temel kazandırmak ister. Ona göre; bir yandan tanrılara saygı duymak, öte yandan onlar için bu tür çirkin masallar uydurmak birbiriyle uyuşmaz. Tanrıyı insan biçiminde tasarlamaya da karşıdır: "İnsanlar tanrıların kendileri gibi doğmuş olduklarını ve kendininkilere benzeyen elbiseleri, sesleri ve biçimleri olduğunu sanmaktadırlar. Zenciler Tanrıların siyah renkli, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı olduğunu düşünür.  Güney Trakyalılar ise Tanrılarını mavi gözlü, sarı saçlı olarak tasavvur eder. Şayet öküzler de resim yapmasını bilebilselerdi Tanrılarını herhalde öküz şeklinde çizeceklerdi. O halde herkes Tanrıyı kendi biçiminde tasarlayacaktır. Gerçekte ise Tanrı ne insan ve ne de hayvan biçiminde olamaz. Tanrı birdir, her şeyi görür, her şeyi işitir, hareket etmez, sabittir, değişmez, ölümsüzdür, soyut gücüyle evrendeki tüm davranışları ve değişimleri düzenler." Bu düşünceleri ile Ksenofanes daha sonraları Eflâtun ve Aristo'da gördüğümüz Tanrı kavramının hazırlayıcısı olmuştur.  

Görüldüğü gibi Ksenofanes monoteist (tek Tanrı) bir görüşe sahiptir. Ancak O'ndaki monoteizm Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan farklıdır. Çünkü onun Tanrı kavramı, aynı zamanda panteisttir (Tanrı ile evreni özleştirmek). Yani Hıristiyanlık'taki ya da Müslümanlık'taki gibi, Tanrı bir yaratıcı olmayıp evren ile aynıdır, özdeştir, evrene eşittir. Tanrıya bir biçim vermek gerekseydi, her halde evren biçiminde, yani küre gibi düşünmek gerekirdi. Hareketini kendinden yaratan bu evren, Tanrının kendisidir. Demek ki, Ksenofanes bir yandan Tanrı kavramına ahlâkî bir öz kazandırırken, halkın kaba görüşlerinden arındırır, öte yandan Tanrı ile evreni aynı ve özdeş sayar.  

Evrenbilimi asıl ilgi alanını oluşturmamakla birlikte bu konularda birtakım görüşler ortaya koymuştur: Dünya düzdür; üst tarafından hava küresi, daha doğrusu yarım hava küresi, alt tarafından ise toprakla çevrelenmiştir. Öte yandan Ksenophanes, güneşin havada bir doğru çizdiğini ve her akşam batıda bir çukura düştüğünü, ertesi gün ise doğudan yeni bir güneşin doğduğunu düşünür. Yıldızlar ise gündüzleri sönen, geceleri tekrar yanan kömür parçaları gibidirler. Dünya belki başlangıçta bir çamurdu. Zamanla güneşin etkisiyle suların bir kısmı buharlaştı, toprak kurudu ve böylece o bugünkü şeklini aldı. Ksenophanes'in karada deniz hayvanlarının, deniz yosunlarının fosillerini bulduğu, bundan hareketle bu kuramı ortaya attığı söylenmektedir. Ksenophanes dünyanın başlangıçtaki halinden birtakım değişimlerle şimdiki haline gelmiş olduğu şeklindeki açıklamasına benzer bir açıklamayı uygarlık hakkında da verir: "Tanrılar insanlara her şeyi başlangıçtan itibaren vermemişlerdir. İnsanlar araştırma yaparak zamanla en iyiyi bulmuşlardır."   

Ayrıca kendisine ve öğretisine karşı eleştirici bir tavır takınmıştır: İnsan doğruya değil sadece doğruyu andırana ulaşabilir. "Tanrılardan hakikati ve de yeryüzündeki her şeyi öğrenen olmadı asla ve olmayacaktır da. Çünkü insan bir kez doğruyu tam tuttursa bile yine de öyle olduğunu bilmeyecektir."