21 Kasım 2015 Cumartesi

SOKRATES (MÖ. 469 - 399)

SOKRATES
Sokrates  ya da Sokrat (Yunanca: Σωκράτης - Telaffuzu: Sokratis; MÖ. 469 - 399)
Antik Yunan filozofu

Sokrates, Heykeltıraş Sophroniskos'un ve Ebe Fenarete'nin oğludur. İnsanlık tarihinin en saygın kişiliklerinden biri olarak tanınan Sokrates aslında bir sofisttir. Atina'da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. Babası, onu kendi mesleğinde, bir heykeltıraş olarak yetiştirmek istediği halde, Sokrates felsefeye ilgi duymuş. Meydanlarda, tiyatrolarda ve yollarda felsefî tartışmaların yapıldığı bir ortam içinde böyle bir istek doğal olmalı. Sokrates, aritmetik, geometri, astronomi ve politikaya ilişkin yeterli düzeyde bilgiye sahipti. Çok basit bir yaşam sürmüştü. Her ne kadar görüşlerinin çok etkili olduğu kabul edilmişse de, hiçbir yapıt kaleme almamıştır. Onu iki öğrencisi, Platon ve Ksenofanes'in yazdıklarından tanımaktayız. 

Özel yaşamına ilişkin fazla bir şey bilinmemekle beraber Sokrates, Platon ve Ksenophon'un anlatımlarına göre kendisine üç çocuk veren Ksanthippi ile evlidir. Platon ve Ksenophon'un çizdiği portreye göre basık burunlu, patlak gözlü, sarkık dudaklı ve göbeklidir. Alçakgönüllü, alışkanlıkları ve felsefeden başka bir uğraşı olmadığı bilinen Sokrates, başta öğrencisi Platon olmak üzere Yunan gençleri üzerinde giderek taklit edilmeye varacak derecede yükselen bir etki yaratır. Hatta bu grup özentisini alaya almak için Aristophanes Kuşlar adlı komedyasında bir terim icat eder. Bu terim Esokraton'dur. Esokraton'lar 
"sokrates özentileri" O'nun gibi yalın ayak yürürler, uzun saçlı olurlar, açlık çekerler, Sokrateslik taslarlar. 

Sokrates'in felsefedeki ve felsefe tarihin­deki önemi, öncelikle ruh kavramını açıklamış olmasından kaynaklanır. O'na göre bilinçli ve ahlâki kişiliğin bulunduğu yer ruhtur. Felsefenin merkezine insanı geçiren, insanın kendisiyle, evrenle ve toplumla olan ilişki­sinin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini araştıran, insan yaşamının kişisel, toplumsal ve ahlâki boyutunu ön plana çıkaran Sokrates, aynı zamanda ilk etik (ahlak) teorisinin kurucusudur. Onun etiğinin en temel tezi ya da önerme­si, bir insanın en önemli faaliyetinin ruhuna gereken özeni göstermesi olduğu veya sor­gulanmamış bir hayatın yaşanmaya değer ol­madığı tezidir. Sokrates'in inancına göre, ki­şinin nasıl yaşaması gerektiği sorusu üzerinde düşünmemesi onun değersiz, ve do­layısıyla mutsuz bir yaşam sürmesiyle eşan­lamlıdır. Ve Sokrates insanların bu soru üzerinde pek düşünmeden yaşadıklarını ima etmiştir. Çünkü insanlar başka insanların da bulunduğu ve toplum değerlerinin hakim ol­duğu bir dünyaya dahil olmuş durumdadır­lar. Ne yapmaları neyin peşinden koşmaları ve nasıl yaşamaları gerektiğini onlara her zaman anne-babaları akrabaları, kısacası bü­yükleri söyler. İnsanlar toplumun ideallerini ve değerlerini olduğu gibi benimserler. İçin­de bulunulan sosyal atmosfer neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü olduğuy­la, yani ahlâklılıkla ilgili birtakım fikirleri insanlara aktarır. Aynı sosyal atmosfer, ahlâklılıkla yakından ilişkili olan dini düşün­celer ve bu arada kişisel hedeflerle ilgili bek­lentiler sergiler. Söz konusu sosyal koşullan­ma ya da toplumsallaşma süreci içinde, hemen tüm insanlar toplumun ideallerine gö­nüllü yazılır ve çevrenin beklentilerine uygun yaşar. İnsanların çoğu mesleklerini dahi, toplumun kutsadığı, ya da önemsediği alternatiflerin arasından seçer ve yaşantılarını böyle planlar. Dine de aynı şekilde yazılır ve iyi ya da ahlâklı yaşamı büyükleri gibi tanım­larlar. Kısacası, insanlar üyesi oldukları top­luma ve bağlı bulundukları kültüre göre ya­şarlar. İşte böyle bir yaşam, Sokrates'in «sorgulanmamış' dediği varoluşçuların 20. yüzyılda 'sahici olmayan yaşam' diyecekleri hayattır. 

Ahlak felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates’in yaşamının en belirgin olaylarından biri M.Ö. 399 yılında hakkında açılan davadır. Platon'un Sokrates'in Savunması adlı eserinde anlattığı kadarıyla Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanır. Sokrates bu suçlamalar sonucunda ölüme mahkûm edilir. Sokrates, yazılı bir kaynak bırakmamıştır. Yaşamı ve düşünceleri ile ilgili bilgiler Aristophanes gibi çağdaş yazarlar, Platon ve Ksenophon gibi ardıllarının yazdıkları ve Sokrates’in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’in dolaylı anlatımlarıyla günümüze ulaşmıştır.


17 Kasım 2015 Salı

ESTETİK

Sözlükte "estetik" 
Estetik sözcüğü, Grekçe aisthesis ya da aisthanesthai sözünden gelir. Aisthesis sözcüğü; duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına gelmektedir.
1. Sanatsal yaratının genel yasalarıyla, sanatta ve yaşamda güzelliğin kuramsal bilimi, güzelduyu, bediiyat; kusurlu bir organı düzeltmek ya da güzelleştirmek amacıyla uygulanan yöntemler. 
2. Güzellik duygusuyla ilgili olan ya da güzellik duygusuna uygun olan, güzelduyusal. 
3. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzelduyu  

Estetik, güzelliği ve güzelliğin insan zihnindeki etkilerini inceleyen bir felsefe koludur. Estetik, güzel'i bulmak için duygulara yol gösterir. Asıl konusu sanat eserlerindeki güzelliktir. Güzellik fikrinin geçirdiği gelişmeler bir sistem altında ancak 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra araştırılmaya başlanmış, bir bilgi kolu olarak çok yeni kurulmuştur. 

Felsefenin bu bölümü, dünyanın insan tarafından estetik düzeyde kavranmasında etkin olan genel yasal düzenlilikleri ve bu kavramanın önemini araştırır. Estetik bilgi teorisiyle ve sanat bilimleriyle olduğu kadar, bunların ötesinde birçok toplum bilimiyle de yakından ilişkilidir. İçeriği bakımından felsefi bir karakter taşıdığı halde, özellikle sanat bilimleriyle olan ilişkisi bakımından, çoğunlukla bağımsız bir bilim gibi ele alındığı görülür. 

Estetik düzeyde kavrama denince, nesnel dünyanın insanların bilincine yansımasının özgül bir biçimi anlaşılır. Bu yansıma, bilimsel bilgide karşılaştığımız teorik düzeyde kavramadan ve diğer zihinsel -ahlaksal, hukuksal dinsel- kavramlardan farklıdır ama toplumsal yansıma sürecinin bütününün bir parçası olarak, bunlarla karşılıklı-etki içindedir. Dünyanın estetik düzeyde kavranması, onun teorik ve ahlaksal düzeyde kavranmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağ, dünyanın estetik düzeyde kavranmasının, özümlenmesinin sonucu olan sanat yapıtlarının da birer bilgi içeriği taşımalarına ve ahlaksal-eğitsel birer değer ortaya koymalarına yol açar.  

Gerçeğin estetik yoldan kavranması, insanın pratik ve zihinsel faaliyetinin bütün alanlarıyla da sıkı bir bağ içindedir. Bu kavramanın tipik yanı, insanın yeteneklerinin ve yaratıcı güçlerinin, «insanın varlık güçlerinin»,(Marks) dönüşüme uğratılmış doğa nesnelerinde ve toplumsal ilişkilerde nesneleştirilmesi, öte yandan da insan faaliyetinin evrensel karakter taşımasıdır. İnsan, yalnızca faydacılık düşüncesiyle hareket ederek, o andaki gereksinimlerini gidermek için üretim yapmayıp, aynı zamanda kendi özünü, varlığını bilgilerinin ve deneyimlerinin damgasını taşıyan öznel yaşantı dünyasını dile getirmek ve özellikle insanları ve onların davranışlarını ayrıca doğa ve toplum fenomenlerini ve olaylarını değerlendirmek için yapıtlar ortaya koyarak, her türü, bünyesinin özelliklerine göre üretme yeteneğini kazanır.

İnsan bu yüzden güzelliğin tabi olduğu yasal düzenliliklere göre de biçim verir. (Marks) Estetik düzeyde kavramanın en önemli alanı olan sanatsal üretim alanında, insan, güzelliğin yasalarına göre biçimlendirirken, güzelin ölçüsü de tarihsel olarak dönüşüme uğrar ve insan durmadan yeni tür sanat yapıtları yaratır. İnsanın yarattığı bu sanat yapıtları, aynı zamanda nesnel dünyanın özgül birer yansısıdırlar, ve büyük ölçüde duyum verilerine ve "heyecan"lara bağlıdırlar. Sanat yapıtları aynı zamanda sanatçının öznelliğinin, fikirlerinin ve duygularının, yansıtılmış ve sanatkarca canlandırılmış fenomenler karşısındaki tavrının, onları değerlendirmesinin ifadesidirler.  

Sanat yapıtlarının toplumsal yaşam içindeki işlevleri, alıcılarda (izleyicilerde) sanat beğenisi uyandırmak ve izleyiciyi, izleyicinin kendi nesnelliği aracılığıyla, aynı ya da benzer fikirlere, heyecanlara, değerlendirmelere götürmek, ona haz ve beğeni yoluyla ahlaksal davranışlar ve görüşler kazandırmak ve toplumsal yaşamda gerekli aktifliği ona kazandırmaktır. Ancak böylelikle, dünyanın sanat yoluyla kavranması, mükemmelliğe ulaşmış olur. Estetiğin görevi, toplumsal pratiğin tabanı üzerinde, tarihsel olarak gelişen karmaşık, estetik özümleme sürecinin tabi olduğu genel yasaları, yani toplumsal yaşamdaki çok çeşitli estetik fenomenleri, özgül bir şekilde kavrama ve yansıtma biçimi olan sanatın genel yasalarını, gerek sanatın, gerekse gerçeğin estetik düzeyde algılanmasında etkin olan yasal düzenlilikleri, sanatsal faaliyetin yasalarını ve estetik eğitiminin ilkelerini incelemektir.  

Bu sorunların çözümlenmesi, yani bilimsel olarak temellendirilmiş bir estetiğin geliştirilmesi, ilk kez tarihsel maddecilik temeli üzerinde, onun çerçevesi içinde olanaklı olmuştur. Özellikle Marksçı-Leninci bilgi teorisi ve maddeci tarih anlayışı, bilimsel estetiğin vazgeçilmez önkoşullarıdır. Estetik kavramı ilk kez 18. Yüzyılda Alman filozof Alexander Gottlieb Baumgarten tarafından ortaya atılmıştır Baumgarten’e göre estetik, "Güzel üzerine düşünme, onun ne olduğunu araştırma sanatıdır." Ancak estetik, içeriği bakımından daha ilkçağ felsefesinde ortaya çıkmış ve bu alanda birbiriyle taban tabana karşıt iki tavır, yani maddeci ve idealist yönelimler belirmişti. İlkçağ Yunan felsefesinde idealist bir estetiğin baş temsilcisi Platon'du. Buna karşılık Aristo'nun estetiğinde apaçık maddeci eğilimlere rastlanır.  

kopyala-yapıştır kaynak: etik.nedir.com


12 Kasım 2015 Perşembe

ETİK

Etik kelimesinin sözlük anlamı nedir? 
1. Ahlak, ahlaksal, ahlaki. 
2. Törebilim, ahlakbilim. 

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir. 

Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir. Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etiğin batı geleneği zaman zaman ahlak felsefesi olarak da anılmıştır. Türkçe ahlak bilimi olarak da anıldığı olmuştur.  

Ayrıca Türkçe'de etik sözcüğü ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak da kullanılır. Halkın kendi kendine oluşturduğu hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara Etik Kanunları denir. İnsan davranışının etiksel temelleri her sosyal bilime yansır: 
Antropolojide bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden, ekonomide kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için, politika biliminde (siyaset bilimi) gücün tahsisindeki rolü nedeniyle, sosyolojide grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle, hukukta etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle, kriminolojide etik davranışı öven, etik olmayan davranışı kötüleyen hali ve psikolojide de etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolüyle mevcuttur.  

Etik sosyal bilimler dışında kalan çeşitli bilim dallarına da yayılmıştır. Örneğin biyolojide biyoetik adıyla, ekolojide ise çevresel etik adıyla önemli bir yer teşkil eder. 

Analitik felsefede, etik geleneksel olarak üç ana alana ayrılır: Meta-etik, normatif etik ve uygulamalı etik.  

Farklı Etik Anlayışları 
1. Uygulamalı Etik: 
Uygulamalı etiğin bir şekli, normatif etik teorilerinin belirli (spesifik) tartışmalı meselelere uygulanmasıdır. Bu durumlarda, etikçi savunulabilir bir teorik yapı benimser ve sonra teoriyi uygulayarak normatif (standard) tavsiyeler türetir. Fakat, çoğu kişiler ve durumlar, özellikle de geleneksel dindarlar ve hukukçular, bu yaklaşımı ya kabul edilmiş dini doktrine karşı bulur ya da var olan yasa ve mahkeme kararlarına uymadığı için uygulanamaz ve pratikten yoksun bulurlar. Bunun dışında uygulamalı etikte kullanılan farklı yöntem ve yaklaşımlar da vardır. Bu yöntem ve yaklaşımlara safsatalar (veya safsatacılık) örnek olarak verilebilir. Her ne kadar uygulamaları etikte incelenen soruların çoğu kamu politikasını içerse ve doğrudan kamusallaşmış uygulama ve olaylara dair olsa da, uygulamalı etik başlığı altında farklı sorularda incelenebilir. Örnek vermek gerekirse: "Yalan söylemek her zaman yanlış mıdır? Eğer değilse, hangi zamanlarda izin verilebilirdir (caiz)?" Bu tip etik hükümleri oluşturmak her türlü normdan önceliklidir. Uygulamalı etiğin farklı uzmanlıklardaki etik sorunları inceleyen bazı alt dalları (disiplin) mevcuttur. Örneğin: iş etiği, tıbbi etik, mühendislik etiği ve yasal etik gibi. Her alt bu uzmanlıkların etik kuralları içerisinde ortaya çıkan yaygın meseleleri karakterize eder ve bunların kamuya olan sorumluluklarını tanımlar. 

2. Dini Etik: 
Dini etik, gerek uygulamalı etik gerekse geleneksel (genel) dini etik başlığı altında incelenebilen bir etik perspektifi ve anlayışıdır. Bu tutumda, etiğin temelleri dinidir. Dinlerdeki ahlak kavramının çeşitliliği ve dinlerin çeşitliliği yüzünden, dini etik kavramı da ayrıntılar açısından farklılık ve çeşitlilik gösterir. 

3. Erdemler Etiği: 
Erdemler etiği insanın nasıl birisi olması gerektiğini söylemeye çalışır. Erdemler etiği ilk olarak Eski Yunan'da ortaya çıkmıştır. Plato'nun Symposium'unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak Basiret, Adalet, Cesaret ve İtidal (ılımlılık, ölçülülük) gösterilmiştir. Aristo erdemleri ahlaki ve akli olarak ikiye ayırmıştır. Dokuz akli erdemin en üstünde sophia yani teorik hikmet ve phronesis yani pratik hikmet gelmektedir. Aristo da ahlaki erdemler olarak basiret, adalet, cesaret ve itidali verir. Aristo'ya göre her ahlaki erdem her iki uçtaki kusurun ortalamasıdır. Örneğin cesaret erdemi, korkaklık ve deli cesareti gibi kusurların ortasında yer alır.   

kopyala-yapıştır kaynak: etik.nedir.com


XENOPHANES (Ksenofanes, MÖ. 570-475; Kolophon)


Xenophanes (Ksenofanes, MÖ.  570-475) 
Xenophanes heykeli, Viyana Parlamento binası 
Xenofanes, Sokrates öncesi düşünürlerden olan Ksenofanes Kolophonlu'dur (şimdiki İzmir-Değirmendere). Pisagor, Anaksimandros ve Anaksimenes'in görüşlerini Anadolu'dan Yunanistan'a ve güney İtalya'ya taşıyanlardan biridir. MÖ. 540 yılında Anadolu'nun İranlılar tarafından işgal edilmesiyle yurdundan ayrılmak zorunda kalmıştır. Güney İtalya'da çok gezmiş ve gittiği yerlerde eğitici ve öğretici nitelikteki şiirlerini okuyarak dikatleri üzerine çekmiştir. Yaşamının sonlarına doğru, günümüze ancak kalıntıları kalmış olan Elea kentine yerleşmiştir.

Geleneklere, dolayısıyla da Yunan sporcularının yüceltilmesine, kehanetlere ve özellikle de halkının insan biçimli çoktanrıcılık anlayışına karşı çıkmıştır.

Xenofanes insan ve kültür sorunlarına ilgi duymuştur. İçinde yaşadığı Yunan toplumunun ve kültürünün temel kurum, kavram ve değerlerini sorgular. Bunun için sıkı eleştiriler getirmiş ve bu eleştirilerini hiciv biçimiminde ifade etmiştir. Kökleri Homeros ve Hesiodos'a kadar inen, halkın tanrı kavramı ile savaşır: "Homeros ve Hesiodos, tanrılarla insanlar arasında ne kadar ayıp ve kusur varsa hepsini yüklemişlerdir. Hırsızlık, zina ve birbirlerini kandırma."

Xenofanes tanrı kavramına ahlaki bir temel kazandırmak ister. Ona göre; bir yandan tanrılara saygı duymak, öte yandan onlar için bu tür çirkin masallar uydurmak birbiriyle uyuşmaz. Tanrıyı insan biçiminde tasarlamaya da karşıdır: "İnsanlar tanrıların kendileri gibi doğmuş olduklarını ve kendininkilere benzeyen elbiseleri, sesleri ve biçimleri olduğunu sanmaktadırlar. Zenciler Tanrıların siyah renkli, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı olduğunu düşünür.  Güney Trakyalılar ise Tanrılarını mavi gözlü, sarı saçlı olarak tasavvur eder. Şayet öküzler de resim yapmasını bilebilselerdi Tanrılarını herhalde öküz şeklinde çizeceklerdi. O halde herkes Tanrıyı kendi biçiminde tasarlayacaktır. Gerçekte ise Tanrı ne insan ve ne de hayvan biçiminde olamaz. Tanrı birdir, her şeyi görür, her şeyi işitir, hareket etmez, sabittir, değişmez, ölümsüzdür, soyut gücüyle evrendeki tüm davranışları ve değişimleri düzenler." Bu düşünceleri ile Ksenofanes daha sonraları Eflâtun ve Aristo'da gördüğümüz Tanrı kavramının hazırlayıcısı olmuştur.  

Görüldüğü gibi Ksenofanes monoteist (tek Tanrı) bir görüşe sahiptir. Ancak O'ndaki monoteizm Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan farklıdır. Çünkü onun Tanrı kavramı, aynı zamanda panteisttir (Tanrı ile evreni özleştirmek). Yani Hıristiyanlık'taki ya da Müslümanlık'taki gibi, Tanrı bir yaratıcı olmayıp evren ile aynıdır, özdeştir, evrene eşittir. Tanrıya bir biçim vermek gerekseydi, her halde evren biçiminde, yani küre gibi düşünmek gerekirdi. Hareketini kendinden yaratan bu evren, Tanrının kendisidir. Demek ki, Ksenofanes bir yandan Tanrı kavramına ahlâkî bir öz kazandırırken, halkın kaba görüşlerinden arındırır, öte yandan Tanrı ile evreni aynı ve özdeş sayar.  

Evrenbilimi asıl ilgi alanını oluşturmamakla birlikte bu konularda birtakım görüşler ortaya koymuştur: Dünya düzdür; üst tarafından hava küresi, daha doğrusu yarım hava küresi, alt tarafından ise toprakla çevrelenmiştir. Öte yandan Ksenophanes, güneşin havada bir doğru çizdiğini ve her akşam batıda bir çukura düştüğünü, ertesi gün ise doğudan yeni bir güneşin doğduğunu düşünür. Yıldızlar ise gündüzleri sönen, geceleri tekrar yanan kömür parçaları gibidirler. Dünya belki başlangıçta bir çamurdu. Zamanla güneşin etkisiyle suların bir kısmı buharlaştı, toprak kurudu ve böylece o bugünkü şeklini aldı. Ksenophanes'in karada deniz hayvanlarının, deniz yosunlarının fosillerini bulduğu, bundan hareketle bu kuramı ortaya attığı söylenmektedir. Ksenophanes dünyanın başlangıçtaki halinden birtakım değişimlerle şimdiki haline gelmiş olduğu şeklindeki açıklamasına benzer bir açıklamayı uygarlık hakkında da verir: "Tanrılar insanlara her şeyi başlangıçtan itibaren vermemişlerdir. İnsanlar araştırma yaparak zamanla en iyiyi bulmuşlardır."   

Ayrıca kendisine ve öğretisine karşı eleştirici bir tavır takınmıştır: İnsan doğruya değil sadece doğruyu andırana ulaşabilir. "Tanrılardan hakikati ve de yeryüzündeki her şeyi öğrenen olmadı asla ve olmayacaktır da. Çünkü insan bir kez doğruyu tam tuttursa bile yine de öyle olduğunu bilmeyecektir."




31 Ekim 2015 Cumartesi

TİTAN

Titanlar, Yunan mitolojisine göre efsanevi Altın Çağ'da dünyayı yönetmiş olan güçlü tanrı ırkıdır. Genellikle baz alınan, 8.yy'da yaşadığı düşünülen ozan Hesiodos'un (Yunan ilk çağının Homeros'tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilir. Eserlerinden 2 büyük epik bugüne ulaşabilmiştir. Bunlar, tanrılar ile alâkalı mitler üzerine olan Theogonia (Tanrıların Doğuşu; genel kanı Teogoni'nin yazarının Hesiodos olduğu yönündedir, ancak bu kesin değildir. Üslup açısından diğer eserine yakındır. Konusu genel olarak evrenin, dünyanın ve Tanrıların kökeni, varoluşlarıdır.) ve çiftçi yaşamını anlatan İşler ve Günler'dir. Yunan mitolojisi ve Yunan çiftlik hayatı üzerine bilinenlerin çoğu Hesiodos'un eserlerinden öğrenilmiştir.) theogonisine (theogoni: mitolojik tanrıları inceleyen bilim dalı) göre en başta oniki Titan vardı. Bu Titanlar değişik kavramlarla özdeşleştirilmiştir. Örnek olarak, okyanus, hafıza, görüntü ve doğal kanun verilebilir. Baştaki oniki Titan daha sonra başka Titanları doğurdular. Bunlardan bazıları Prometheus ve Atlas'tı. Titanlar, babası Uranus'u tahttan atan Kronos tarafından yönetilmiştir. Titanlar ise Olimposlu tanrılar tarafından tahttan indirilmiştir.

Yunan mitolojisinde herşeyden önce doğurgan bir hiçlik veya genişleyebilir bir boşluk olarak, sadece Khaos vardı. Düzen'den ya da öteki adıyla Evren'den (Kosmos) önce gelmiştir. Khaos'u bir Evren haline dönüştüren Demiourgos (yaratıcı), var olan şeyleri düzene koymuş, onlara biçim vermiş, ama onları yaratmamıştır.

Khaos'tan 5 Varlık Türedi:
Gaia (toprakana - yer; dişi), Yeryüzünün kişileşmişi olan tanrıça; Yunan mitolojisinin "toprakana"sı. Khaos'tan türemiş ilk varlıktır. Tüm tanrıların ve titanların annesidir. 
Tartaros (cehennem, erkek), Khaos'tan türemiş ikinci varlıktır. Ölüler Ülkesinin altında, yerin yedi kat dibinde olup, hem gökkubbenin tam tersi şekilde, yani çukur olarak düşünülen bu yerin hem de bu yeri temsil eden tanrıdır. Tartaros bir tanrı olarak, bu çukurun kişileştirilmesinden, yani çukurun kendisinin mitolojik temsilinden başkaca bir şey değildir.
Eros (aşk, erkek), Khaos'tan türemiş üçüncü varlıktır. Aşk, seks ve şehvet Eros'un kölesidir. Geleneklere göre, Afrodit kadınların erkeklere olan aşkını temsil ederken Eros erkeklerin kadınlara olan aşkının temsilcisiydi. Sevgilisi olarak "güven ve teslimiyeti" temsil eden Psyche bilinir. 
Erebus (karanlık, erkek), Khaos'tan türemiş dördüncü varlıktır. "koyu karanlık" anlamındaki Erebos, toprak altının karanlığını temsil eder. Efsanelerde adı neredeyse hiç geçmeyen Erebos'un bulunduğu yer, yeryüzü ile Ölüler Ülkesinin arasında kalan yeraltı bölgesidir. Erebos'un koyu sisleri, dünyanın sınırlarını çevreler, yer altındaki tüm oyukları doldurur ve gölgesi Ölüler Ülkesine ulaşır. 
Nyx (gece, dişi), Khaos'tan türemiş beşinci varlıktır. Nyx,  "gece" demektir ve geceyi temsil eder.

Bu 5 Varlıktan Türemiş İlk Tanrı Ve Tanrıçalar
Uranos: Gaia'nın kendi kendine meydana getirdiği bir tanrıdır, "gökyüzü"nü temsil eder. 
Pontos: Gaia'nın kendi kendine meydana getirdiği bir tanrıdır, denizleri temsil eder. 
Ourea: Gaia'nın kendi kendine meydana getirdiği on adet dağı temsil eden tanrı veya tanrıçalardır.
Typhon (Tifon): Gaia ile Tartaros'un oğlu, Yunan mitolojisindeki tüm canavarların (Kerberos, Orthros, Ladon, Chimera, Hidra vb.) ilk örneği, babası ve en tehlikelisi. Yarı insan yarı yılan bu dev canavar, Zeus tarafından Etna Yanardağı'nın dibine gömülmüştür. Karısı ise yine kendisi gibi yarı yılan yarı insan olan canavar Ehidna'dır.
Aether: Nyx ile Erebos'un oğlu, göklerin en üst katındaki ışıltılı, tanrısal havayı, ışığın tözünü temsil eden tanrı.
Hemera: Nyx ile Erebos'un kızı, günü temsil eden tanrıça.
Kharos: Nyx ile Erebos'un oğlu, yeraltı tanrısı Hades'in ve Ölüler Ülkesinin kayıkçısı. Yeni ölmüş olanların ruhlarını Styx ve Acheron (veya Akheron) nehirlerinden karşıya geçirmekle yükümlüdür.
Thalassa: Aether ile Hemera'nın kızı, deniz tanrıçası. Rodos Adası halkının mitolojik anasıdır.
Ananke: Zorunluluk ve kader tanrıçası. Orfik tarikat geleneğinde yaratılış mitine göre, Khaos'u ve evreni Kronos (zaman) ile Ananke'nin (zorunluluk) birleşmesi meydana getirmiştir.
Phanes (Protogonos): Orfik tarikat geleneğindee Kronos (zaman) ile Aether'in birleşmesinden meydana gelen "Kozmik Yumurta"dan çıkan ilk varlıktır (ilk doğan, yani protogonus). Işığın tanrısı Phanes, Erikapaeos (güç) ve Metis (düşünce) gibi adlarla da bilinir. Protogonus, "hayat verici aşk" olarak, ayrıca Eros ile de özdeşleştirilmiştir.
Hydros: Orfik tarikat geleneğinde Khaos'tan türemiş olan ilk su.
Thesis: Orfik tarikat geleneğinde Khaos'tan Hydros ile birlikte türemiş olan, doğa (Physis) ile ilişkili dişi varlık. Hydros ve Thesis'in birlikteliğinden Gaia (yeryüzü) meydana gelmiştir.
Physis (Phusis): Orfik tarikat geleneğinde doğa tanrıçası; bazen hem erkek hem dişi sayılmıştır.
Tethys: Orfik tarikat geleneğinde tatlı su akışının ilk örneği olan tanrıça; kocası Okeanos ile birlikte tüm nehir, pınar ve bulutlara sularıyla can verirler.
Nesoi: Orfik tarikat geleneğinde adaların ilk örneği olan tanrıçalar; Callimachus'a göre, bunlar Poseidon'un yabasıyla karadan kopartarak denize yerleştirdiği dağlar (Ourea) idi.
Keto: Gaia ile Pontos'un kızı, deniz tanrıçası. Hesiodos'a göre, Ehidna'nın, aralarında Medusa'nın da bulunduğu Gorgonların, gri cadıların ve Ladon gibi canavarların anasıdır.
Phorkys: Gaia ile Pontos'un oğlu, deniz tanrısı. Aynı zamanda Keto'nun eşi ve yukarda saydığımız yaratıkların babasıdır.
Nereus: "Deniz İhtiyarı" Nereus, Gaia ile Pontos'un en büyük oğullarıdır. Bir titandır. Nereidler diye tabir edilen deniz perileri, Nereus'un Okeanos kızı Doris'ten olma kızlarıdır.
Proteus: Homeros'a göre Nereidlerin babası olan "Deniz İhtiyarı", Nereus değil, Proteus'tur. Proteus, şekil değiştirme yetisine sahiptir. Bazı uzmanların görüşüne göre, Nereus ile Proteus aynı deniz tanrısının iki ayrı görünümüdür.
Glaukos: Balıkçıları ve denizcileri fırtınadan koruyan deniz tanrısıdır. Ölümlü iken yediği bir sihirli ot sayesinde ölümsüzlüğe kavuşmuştur.
Thaumas: Gaia ile Pontos'un oğlu, deniz tanrısı. Thaumas, denizin görünmez tehlikelerini temsil eder. Gökkuşağı tanrıçası Iris, Thaumas'ın Okenaos kızı Elektra'dan olma kızıdır.
Eurybia: Gaia ile Pontos'un kızı, deniz tanrıçası. Titan Krios'un karısıdır.
Eris: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, fitne, fesat, anlaşmazlık tanrıçasıdır.
Geras: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, yaşlılığın kişileşmişi olan tanrıdır.
Nemesis: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, intikam tanrıçasıdır.
Moros: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, felaket tanrısıdır.
Momos: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, sansür ve iftiranın kişileşmişi olan tanrıdır.
Philotes: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, cinsel birleşme ve çekim tanrıçasıdır.
Oneiroi: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, rüya cinleri veya tanrılarıdır. En ünlüleri Morpheus'tur.
Apate: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, hile tanrıçasıdır.
Oizys: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, sefalet tanrıçasıdır.
Moirai: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, üç kader tanrıçasıdır.
Keres: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, ölüm tanrıçasıdır.
Thanatos: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, ölümün kişileşmişi olan tanrıdır.
Hypnos: Nyx'in kendi kendine meydana getirdiği, uykunun kişileşmişi olan tanrıdır.

Yunan Mitolojisinde Titanlar
Titanlar, Gaia ile Uranos'un 12 çocuğuna verilen isimdir. 6 kız, 6 erkek kardeştirler. 

Okeanus Heykeli: İstanbul Arkeoloji Müzesi - Buluntu: Efes (MS 2. yüzyıl)

Okeanos (okyanus): Yunan mitolojisinde Okeanos (Ωκεανος), bir tepsi gibi dümdüz olduğu düşünülen dünyayı dört bir yandan çevreleyen efsanevi Okeanos Nehri'nin tanrısıdır. Okeanos Nehri'ne mitolojide yeryüzündeki akarsu, yer altı suları, göl, pınar, kuyu, yağmur bulutu vb. tüm tatlı su kaynaklarını besleyen asıl kaynak gözüyle bakılır. Ay, güneş ve yıldızlar da dahil olmak üzere, bütün gök cisimleri her gün Okeanos Nehri'nin sularından doğup yine bu nehrin sularına batarlar. 
Okeanos Nehri

Hades'in yönetimindeki Ölüler Ülkesi'nin ya yerin yedi kat dibinde ya da Okeanos Nehri'nin ötesinde olduğu düşünülür. Tanrı Okeanos, Gaia ile Uranos çiftinden meydana gelmiş ilk 12 Titandan biridir. Enteresan olan, Okeanos'un, Titanlar Savaşı'ndan da, kardeşlerinin babaları Uranos'u hadım etmek üzere kurdukları pusuda yer almaktan da uzak durmuş olmasıdır. Okeanos, bu bakımdan erkek Titanlar içinde tek istisnadır ki bu da kimi mitoloji uzmanlarına Okeanos'un, Orfik mitlerde göklerin Kronos'tan önceki hakimi diye geçen Titan Ophion ile aynı tanrı olduğunu düşündürmektedir. 

Okeanos'un kardeşi olan bir başka Titan'la, Tethys'le zaman geçirmesi üçbin deniz nymphelerinin oluşmasına neden oldu. Okeanid (su perileri) olarak da bilinen bu nymphelerin her biri ayrı bir tatlı su, göl, nehir, yağmur, bulut, otlak, esinti, çiçek ve su perilerdir.

Sembolleri balık ve yılan olan Okeanos, antik Yunan vazo resimlerinde, tıpkı oğulları nehir tanrıları gibi, boğa boynuzlu ve balık kuyruklu olarak tasvir edilir. Helenistik dönemde Okeanos Nehri bir fikir olarak büyük ölçüde terk edildiği ve Okeanos, bu dönemden itibaren Yunan medeniyetinin yeni yeni tanıdığı Hint ve Atlantik Okyanusları ile özdeşleştirildiği içindir ki mozaik sanatında Okeanos, başında yengeç kıskacı biçiminde küçük boynuzları olan bir deniz tanrısı olarak tasvir edilmeye başlanır. Bu mozaiklerde Okeanos'un elinde ya da civarında bir kayık küreği, yanında da çoğunlukla eşi Tethys bulunur. 

Okeanos ve Tethys Mozaiği 
Gazi Antep Zeugma Mozaik Müzesi

Tethys (Yeraltı ve kaynak suları, tatlı sular): Yunan mitolojisinde bir Titan olan Tethys, denizin, bereketli okyanusun kişileşmişidir. Deniz tanrıçası olan Tethys, Uranus ile Gaia'nın kızıdır. Erkek kardeşi olan Okeanos'dan birçok çocuğu olmuştur. Antik Çağ'da O'nun dünyadaki büyük nehirlerin (Nil nehri gibi) annesi olduğuna inanılırdı. 

İsmi "ebe" anlamındaki "tethe" sözcüğünden türeyen tanrıça Tethys, her biri bir peri ya da nehir tanrısı olan sayısız oğlunu ve kızını, Okeanos'tan emdiği sularla besler. Tethys'in başındaki küçük kanatlar, bize onun yağmur bulutlarının anası olduğunu hatırlatır.
Oğlu, Yunan deniz tanrılarından biri olan Peneus'tur. Deniz tanrıçası Tethys'in adı antik bir okyanus olan, Tetis Okyanusu'na verilmiştir.

Chronos Heykeli: Münih Ulusal Müzesi 
Ignaz Günther tarafından 1765-75 yılları arasında yapılmış.

Kronos (zaman): Kronos (Κρόνος) veya Latinlerin yazışıyla Cronus, Yunan mitolojisinde zamanı ve çağları temsil eden tanrı olup ilk Titanların en genci ve lideridir. İsmi Yunanca'da zaman anlamına gelen Kronos, babası Uranos'u büyük bir orakla hadım ederek Titanların başına geçmiş, mitolojide Altın Çağ diye adlandırılan devri başlatmıştır. Titan Kronos'un egemen olduğu bu devir, oğlu Zeus tarafından Titanlar Savaşı denen savaşta mağlup edilip tüm diğer Titanlarla beraber Tartaros'a hapsedilmesiyle kapanır; Zeus egemenliğindeki Olympos Tanrıları devri başlar. Kronos'un eşi, kendisi gibi bir Titan olup bir ölçüde ana tanrıça özellikleri de gösteren Rhea'dır. Kronos, kendisinin de oğlu tarafından devrileceği yönündeki kehanetin doğru çıkmaması için, Rhea'nın doğan çocuklarını anında midesine indiriyordu. Fakat Rhea, en küçük oğlu Zeus doğunca Kronos'u kundak bezine sarılmış bir taş parçasıyla (omphalos) kandırıp Zeus'u Girit'e kaçırmayı başardı. Kronos'un çocuklarını yemesi, bir yerde zamanın her şeyi yutan yıkıcılığını simgeler. Kronos, genellikle elinde büyük bir orakla tasvir edilir; Roma mitolojisine Satürn adıyla geçmiştir.

Kronos ile ilgili iki efsane de Hesiodos'un Thegonia'sında anlatılmaktadır. Homeros destanlarında adı geçer. Kronos'un Hades eliyle yeraltına kapatıldığına da değinilir, ama efsane olarak anlatılmaz. Uranos, Kronos, Zeus efsanesinde iki kez görülen babanın oğluna baskı yapıp oğlunun ayaklanması ve babasını alt ederek egemenliğini elinden alması teması, hele doğan varlıkları yutmak gibi ilkel motifler de Yunan mitolojisine dışarıdan katılmış öğelerdir. Kaynağı güneydoğu Akdeniz çevresinde bulunan bu efsanelerin Yunanlara Fenikeliler yoluyla geçtiği düşünülür. 
Kronos'un annesi Gaia tarafından eline verilen çelik tırpanla babası Uranos'un hayalarını kesmesi, tanrı kuşakları arasında yaşanılan çekişmenin ilk aşamasıdır. Uranos'un erkeklik organından akan kanlardan Erinys'ler ve spermasından Aphrodite doğar. 

Kronos'un Philyra ile birleşmesinden yarı at, yarı insan olan Kheiron doğmuştur. 
Başka efsanelerde de Aphrodite'in babası olarak da geçer. Orfik tarikat geleneğinde Kronos, Zeus ile barışmış ve mutlu bir şekilde adalarında yaşar gibi gösterilir. Bu kaynaklara göre ise Kronos yeryüzünde iyiliği ve bereketi kuran ilk tanrıdır. O'nun egemen olduğu çağ Altın Çağ'a rastlamaktadır. 
Hesiodos'un anlattığı Çağlar Efsanesi Kronos ile ilişkili olarak özellikle Roma'da tutunmuş ve Saturnus Çağı üstündeki efsaneler, birçok şairi etkilemiştir. Haftanın günlerinden Saturday (Cumartesi) ve Güneş Sisteminin Güneş'e yakınlık sırasına göre 6. gezegeni ismini ondan alır.

Hyperion

Hyperion (güneş): Olimpos'lu on iki tanrı tahtı Titanların elinden aldıktan sonra Tartarus'a sürgün edilen on iki Titandan biridir. Kayıtlarda Işığın Titanı olarak da geçer. Ayrıca Helios (Güneş) ve Selene'nin (Ay) babasıdır. Titanlar Dünya'yı yönetirken Dünya'nın Doğu kısmını yönetmiştir (Güneş Doğudan doğduğu için Şafağın Efendisi ve Işığın Lordu olmuştur) ve daha çok Doğu'nun Titanı olarak bilinir.


Theia (Θεα)

Theia (görüntü ve değerli taşlar): Titanlar'ın aydınlıktan sorumlu olanı idi. 
İsmi, Yunanca "görme" anlamındaki "thea" kelimesinden gelir. Aither veya aether denilen, gökyüzünün üst katmanlarındaki, masmavi ve parlak ışığın tanrıçasıdır. Işık ve ışıltıyla olan bu bağlantısı nedeniyle Theia, aynı zamanda altın, gümüş ve değerli taşlar gibi ışıltılı madenlerin bağışlayıcısı olarak düşünülmüştür. Erkek kardeşi ve ışığın Titan-tanrısı olan Hyperion ile birlikteliğinden mitolojiye göre Eos (şafak), Selene (ay) ve Helios (güneş) meydana gelmiştir. Titan kızkardeşleri Phoibe, Mnemosyne, Dione ve Themis gibi, Theia da kehanetle ilgili bir tanrıça sayılmış ve Yunanistan'ın Phthiotis bölgesinde adına bir tapınak inşa edilmiştir.

Koios (bilgelik ve kuzey kutbu): Yunan mitolojisinde, Koios, akıl Titan'iydi. Kız kardeşi olan zeka Titan'ı Phoebe'dan Leto ve Asteria'yi doğurmuştur. Leto, Zeus'la birleşmiş ve Artemis ve Apollo'yu dogurmuştur. Diğer Titanlar gibi, Koios da Zeus ve diğer Olimposlu tanrılar tarafından tahttan indirilmiştir.

Phoebe (gizem ve kehaneti temsil eder): Phoebe, Uranus'le Gaia'nin çocukları olan Titanlardandir. Geleneksel olarak ayla ilişkilendirilen Phoebe, Apollo ve Artemis'in anneannesidir. Koios'tan Leto ve Asteria'yı doğurmuştur. Çok güçlü bir kahindir. Delphi tapınağı ona aittir fakat torunu Apollon'a doğum gününde hediye olarak devretmiştir.

Phoebe ayın parlak halini tarif eder, "saf, parlak" (phoibos) anlamlarına gelir. Yunan mitolojisinde Phoebe adı, parlak gök cisimleri veya madenlerle ilgili pek çok tanrıçanın, özellikle de ay tanrıçalarının alternatif adı olmuştur. 

Rhea Kronus'a bezlere sarılı taş sunuşu  
Capitoline Müzesi, Roma, İtalya

Rhea (doğurganlık, bereket):
 Rhea, Gaia ve Uranos'un kızıdır. Tanrıların anası ve Dağlık bölgelerin tanrıçası olarak bilinir. Önceleri çoğunlukla Gaia ve Kybele ile eş tutulurken sonradan, Olimpos Dağı'nda yaşamamasına rağmen, Olimpian tanrı ve tanrıçalarının anası sayılmıştır.

Rhea'nın kardeşi Kronus'tan 6 çocuğu olmuştur. Bunlar sırasıyla: Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve Zeus'tur. Kronos babasından öğrendiği üzere çocuklarını doğar doğmaz yutmaya başlamıştır. Rhea bu duruma artık katlanamaz hale gelmiş ve annesi ile babasından Zeus'u kurtarmak için yardım istemiştir. Bir plan yaparak bunu başarmışlardır. Bu plana göre Rhea Zeus doğduğunda onu İda Dağı'na saklamış ve Kronus'a bezlere sarılı taş yedirtmeyi başarmıştır.

Mnemosyne Mozaiği
Tarragona Ulusal Arkeoloji Müzesi, İspanya

Mnemosyne
(hafıza ve hatıra): Mnemosyne, Yunan Mitolojisi'nde hafızanın tecessümü olan Titan tanrıça. Gaia ile Uranos'un Titan adı verilen 12 çocuğundan biridir. Dilleri ve kelimeleri de icat etmiştir. Yazının icadından önce tarihsel olayların hikayelerini ve mitleri nakletmek için gerekli olan sözel hafızayı temsil eder. Sözlü geleneğe bağlı ozanların koruyucu ve esinleyici tanrıçaları olan Müzler (veya Dokuz Musalar, Mousai), Mnemosyne'nin Zeus'tan olma kızlarıdır. 

Efsaneye göre Zeus, Mnemosyne ile üst üste dokuz gece birlikte olmuş, bu dokuz gecenin her birinde ayrı bir müz doğmuştur. Olympos dağının dibinde doğdukları için "Olympos'lu müzler" olarak anılırlar.
Müzlerin, etkili oldukları sanat veya bilim dallarıyla birlikte, isimleri şunlardır: 
Kalliope (destanlar) 
Kleio (tarih) 
Urania (astronomi) 
Thalia (komedya) 
Melpomene (tragedya) 
Polyhymnia (dinsel şiirler) 
Erato (aşk şiirleri, erotik şiirler) 
Euterpe (lirik şiirler) 
Terpsikhore (koro şarkıları ve dans) 

Themis 
(Buluntu: M.Ö. 300. Nemesis Tapınağı - Rhamnous antik şehri)
Ulusal Arkeoloji Müzesi

Themis (ilahi adalet ve düzen): Themis, Yunan mitolojisinde Uranüs ve Gaia'nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçasıdır. İlahi adaletin tecessümüdür. Zeus'un Metis'ten sonraki ikinci karısıdır. Babaları Zeus olan, Horae ve Moirae'nin annesidir. Kendisi öfkeli veya cezalandırıcı değildir. Ona yeteri kadar saygı gösterilmediğinde veya adaletsizlik yapıldığında, o sessiz kalır ve onun yerine Nemesis gerekli karşılığı, cezayı verir. Themis, aynı zamanda kâhindir, kehânet gücü vardır, kehânet yeri olan Delphi tapınağını o inşa etmiştir. İlk dönemlerde tam zıddı olduğu Eris ile beraber ve benzer figürize edilirdi. Son dönemlerde ve daha sonraki çağlarda ise gözleri bağlı elinde bir terazi ile figürize edilir oldu.
Themis, Olympos’ta yaşar, Tanrıların toplantılarına başkanlık eder, Olympos'taki düzeni o korur, öyküsü yoktur, Her yerde her zaman vardır. Kılıç, adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü; Terazi, adaleti ve bunun dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. "Kadın" ve "Bakire" olması bağımsızlığı ifade eder. Ayrıca Tanrıçanın gözü bağlıdır. Bu da tarafsızlığını simgeler. Hukukun evrensel ilkelerini simgesel olarak taşıdığı için Themis heykeli adaleti en iyi şekilde ifade eden figürdür.

Kriyus (savaş ve barış): Savaşla ve takımyıldızlarla ilgili olduğu sanılan Titan, Uranus ile Gaia'nın oğludur. Bu oniki titan arasında hakkında pek araştırma yapılmayan tek titan Krius'dur. Ne tanrısı olduğu belli olmayan bu titan hakkında pek çok tez atılmış fakat açıklık getirilememiştir. Tarihi kaynaklarda kabul edilen özelliği ve hakkında bilgi olmamasının sebebi şöyle açıklanır...
Krios, bir güç ve savaş tarısıdır. Gaia ile titanların lideri Uranüs'ün oğludur. Ve Nike'nin en büyük atasoyudur. Eurybia ile evlendikten ve Pallas isimli bir çoçuk sahibi olduktan sonra diğer titanlar tarafından tehdit olarak görülmüş; fakat gücü ve kudretiyle başedemiyeceklerini bilen titanlar onu ailesiyle tehdit edip lanetlemiştir. Ve bütün bilgileri kaybolmuş, bulunamamıştır. Krios'a tapan yüzbinlerce insan onun kudretine ve gücüne hayrandır. Yunan mitolojisinde Kronos'tan daha güçlü olduğu sanılan tek titandır.

İapetos (ölümlülük, yaşam süresi): Ölümlülüğü temsil eden Titan, Uranus ile Gaia'nın oğludur. Okeanos ile Tethys'in kızı Klymene ile evlenmiş ve bunun sonucunda çocuları Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimetheus olmuştur.

kopyala-yapıştır kaynak: 
tr.wikipedia.org
yunanmitolojisi.com

HESIODOS (MÖ. 8. yy.)


Hesiodos 
Yunan didaktik şiirinin babası diye anılan ünlü ozan 
British Museum, Londra

Hesiodos, MÖ 8. yüzyılda yaşadığı düşünülmektedir. Yoksul bir çiftçinin oğludur. Aiolis'in (Batı Anadolu'nun kabaca kuzey Ege Bölgesinin antik Yunan adı) Kyme (Aiolis Bölgesindeki on iki Aiol kentinden biri) şehrinden, Yunanistan'da Boiotia'nın Askri şehrine göç etmiştir. Efsaneye göre, Helikon yamaçlarında koyun güderken Müzler yani ilham perileri ona şairlik bağışlamışlardır. Nerede öldüğü bilinmez.

Yunan ilk çağının Homeros'tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilir. Eserlerinden 2 büyük epik şiir bugüne ulaşabilmiştir. Bunlar, tanrılar ile alâkalı mitler üzerine olan Tanrıların Doğuşu ve çiftçi yaşamını anlatan İşler ve Günler'dir. Yunan mitolojisi ve Yunan çiftlik hayatı üzerine bilinenlerin çoğu Hesiodos'un eserlerinden öğrenilmiştir.

Tanrıların Doğuşu (Teogoni): Genel kanı Teogoni'nin yazarının Hesiodos olduğu yönündedir, ancak bu kesin değildir. Üslup açısından İşler ve Günler'e yakındır. Konusu genel olarak evrenin, dünyanın ve Tanrıların kökeni, varoluşlarıdır.

İşler ve Günler (Erga kai Hēmerai): Otantik bir şiir olan İşler ve Günler, genel anlamda çiftçi yaşamını anlatır. Eserde insanın beş çağı anlatılır; bolca da nasihat vardır.

kopyala-yapıştır kaynak: tr.wikipedia.org

HOMEROS (MÖ. 8. yy. İyonya)


Homeros (MÖ. 8. yy.) İyonyalı ozan. 
Heykel: Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi

Homeros'un yaşamı hakkında çok az bilgi vardır. MÖ 8. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olduğu tahmin edilir. O'nun hakkındaki bazı bilgileri tarihçi Heredotos'tan öğreniriz. Homeros'un kör ve İhtiyar bir şair olduğu, oradan oraya dolaşarak şiir okuyup ekmeğini kazandığı, uzun yıllar Ege adalarında yaşadığı söylenir.
kopyala-yapıştır kaynak: turkedebiyati.org

Homeros Antik Yunanca'da cins isim olarak “köle” anlamına geliyordu. Kendisinden çok sonra gelen Klasik Çağ yazarlarınca Truva Savaşı sırasında yaşadığı rivayet olunmuştur. Antik Yunan ve Marksist antropoloji üzerine külliyatları ile tanınmış İngiliz yazar George Thomson, 2 ciltlik "Tarih Öncesi Ege - Eski Yunan Toplumu Üzerine İncelemeler" adlı eserinde, Homeros'un doğduğu yer olarak en yüksek olasılığın Sakız Adası olduğunu belirtir. Sonra ise diğer bir yüksek olasılık olan Smyrna'ya (bugünkü adıyla İzmir) vurgu yapar. Ancak gerçekte Homeros isimli bir şair yaşadıysa bile bu destanları yaratan veya derleyen tek bir ozan olmadığını düşünen araştırmacılar da vardır. 
kopyala-yapıştır kaynak: tr.wikipedia.org 

Antik dönem Anadolu ve Yunanistan'ında halk İlyada ve Odysseia'yı ezbere bilir, canlı bir ansiklopedi gibi içinde taşırdı. Askerlik, tıp, teknoloji, hukuk ve din bilgilerinin tamamının kaynağı bu kitaplardır. 
kopyala-yapıştır kaynak: Azra Erhat, İlyada önsözü, Can Yayınları

Homeros iki eseri ile bilinir; İlyada ve Odysseia adlı destanları, bütün Yunan kültürünün temelini oluşturmaktadır. İlk bakışta çok eskimiş ve çocuksu gelebilir Homeros'un destanları. Mitolojiden, fantastik anlatımdan hoşlanmayanlar ise onları saçma bulacaklardır. Oysa bu metinlerde, insanoğlunun yüzyıllardan beri değişmeyen pek çok temel dürtüsü, duygusu vardır. Onları tüm zamanlarla çağdaşlaştıran yani "klasik" yapan işte bu özellikleridir. Üstelik, "İlyada" ve "Odysseia", bir yandan Yunan tragedyalarının habercisidir, diğer yandan, yalın bir dille kaleme alınan daha doğrusu söze dökülen destanlardaki anlatım tarzı, geçmiş ve şimdi arasında gidip gelerek zaman akışını kırarak aktarılan hikayeler, modern edebiyatın bilinç akışı tekniğinin öncüsüdür.

Üsluptaki sadeliğin asıl nedenini ise, o çağlarda sözlü anlatımın müzik eşliğinde yapılmasında bulabiliriz. Ancak bu sadelik, bir cansızlık anlamına gelmez; tam tersine, çok canlı ve eğlenceli bir havası vardır Homeros hikayelerinin.

Homeros, sürülmüş bir tarlayı, buğday yürekli ekmeği, kuşların uçuşunu, yontulmuş bir iskemleyi, limanda bir gece göğüne karşı duran gemileri, derede çamaşır yıkayan kadınları anlatır. Yalındır, canlıdır, klasiktir.

Yazdığı destanlar Klasik Çağ Yunan Edebiyatı'nı ve Mitoloji'sini derinden etkilemiş ve bunların aracılığıyla da bütün batı edebiyatına etki etmiştir. İrlandalı yazar James Joyce'un Ulysses'i, İngiliz yazar Shakespeare'in Troilus ve Cressida'sı, Romalı şair Virgil'in (Publius Vergilius Maro; MÖ 70-19) Aeneid'i Homeros'un destanlarından derin izler taşıyan eserlerdendir.


İlyada Destanı'nın 1572 baskısı: Straßburg, Th. Rihel Yayınevi 

İlyada (Ilion ya da Ilios) Destanıeski Yunan şair Homeros’un yazdığı varsayılan büyük bir destandır. Bir başka Homeros destanı olan Odeysseia ile birlikte, batı edebiyatının en eski örneği ve tüm zamanların en güzel şiirlerinden sayılır. Yaklaşık olarak MÖ. 8. yüzyılda yazılan 24 bölümlük İlyada Destanı altılı ölçüyle yazılmış toplam 15 bin dizeden oluşur.

Homeros, Troya kuşatmasını baştan sona anlatmaz; savaşın 10. yılında sadece elli gün içinde geçen olayları anlatır. Savaş neredeyse bitmek üzeredir. 
Destan Akhilleus'un öfkesi ile açılır ve Hektor'un cenazesi ile sona erer. 

Odysseia, 1752 baskısı 
İngiliz şair Alexander Pope çevirsi
Kaynak: S. Whitehead Özel Koleksiyonu

Odysseia (Yunanca: Ὀδύσσεια, Odusseia, Odesa), Homeros'un İlyada Destanı'ndan sonra günümüze ulaşan ikinci en eski Batı edebiyatı örneğidir. 

Destan daha çok Yunan kahramanı Odysseus'u ve Troya'nın düşmesinden sonra evine yaptığı dönüş yolculuğunu konu edinir. On sene süren Troya Savaşı'ndan sonra Odysseus'un evinin bulunduğu İthake'ye dönmesi bir on sene daha alır. Öldüğü varsayılan Odysseus'un yokluğunda, karısı Penelope ve oğlu Telemakhos, Penelope ile evlenmek isteyen bir grup azılı taliple baş etmek zorundadır...
kopyala-yapıştır kaynak: tr.wikipedia.org


26 Ekim 2015 Pazartesi

TROYA (Truva)


Troya kentlerinin çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim

Troya veya Truva (Hititçe: Vilusa ya da Truvisa, Yunanca: Τροία [Troia] veya Ίλιον [İlion], Latince: Troia veya Ilium) Kaz Dağı (Antik İda Dağı) eteklerinde, Çanakkale il sınırları içinde yer alan tarihî kent. Homeros tarafından yazıldığı sanılan iki manzum destandan biri olan İlyada'da bahsi geçen Truva Savaşı'nın gerçekleştiği antik kenttir. 1870'lerde Alman amatör arkeolog Heinrich Schliemann tarafından Tevfikiye köyü civarında keşfedilen antik kentte çıkan eserlerin çoğu günümüzde Türkiye, Almanya ve Rusya'dadır. 

Fransızca'nın etkisiyle antik kentin bu dildeki "Troie" kelimesinin okunuşundan Türkçe'ye Truva olarak geçmiştir. Kentin adı Yunanca belgelerde Τροία (Troia) olarak geçer. Bazı uzmanlar, kentin Türkçe "Troya" olarak anılmasının daha doğru olduğunu savunmaktadır. Bununla birlikte Türkçe belgelerde Truva adı Truva Savaşı, Truva Atı örneklerinde görüldüğü gibi yaygın olarak kullanılmaktadır.

Antik kent, Çanakkale merkez ilçesine bağlı Tevfikiye köyünün batısında, "Hisarlık Tepesi"nde bulunur. Tepe, 200x150m boyutlarında, 31.2m rakımlı ve aynı zamanda geniş bir kalker tabakasının parçasıdır. Hisarlık Tepesi'nde bir antik kentin olduğu uzun süre bilinmesede, tepenin isminden de anlaşılacağı gibi bölgede arkeolojik kalıntıların yüzeye yakın olduğu ve bu yüzden yerel sakinlerince tepeye Hisarlık adı verildiği görüşü savunulabilinir. Ayrıca Troya kentinin kurulduğu zamanlarda Hisarlık Tepesi, Karamenderes ve Dümrek Çaylarının döküldüğü ve Çanakkale Boğazı'na açılan bir koyun kenarında, bugüne göre denize çok daha yakın bir yerde bulunduğu düşünülür. Kentin bulunduğu ve adını verdiği, bugün yaklaşık olarak Çanakkale İli'nin Asya kıtasında temsil eden tarihsel bölge Troas (ya da Troad) olarak adlandırılır.

Antik kent, 1998 yılından beri Dünya Miras Listesi'nde, 1996 yılından beri de Milli Park statüsündedir.
Heinrich Schliemann'la (1871-1890; Alman tüccar ve amatör arkeolog) başlayıp, Wilhelm Dörpfeld (1893-1894; Dörpfeld, Yunanistan'ın Tiryns kentindeki Miken sarayının kazısını gerçekleştiren Alman arkeolog, mimar ve Eski Yunan mimarlığı uzmanı. Ayrıca ünlü Alman arkeolog Schliemann'ın Hisarlık'ta başlattığı Troya kazılarını da sürdürmüştür.), Carl Blegen (1932-1938; Amerikalı Arkeolog) ve Manfred Osman Korfmann'la (1988-2005; Alman arkeolog) devam eden kazılar sayesinde, Troya Akdeniz coğrafyasında en iyi araştırılmış tarihöncesi yerleşme olma özelliğini kazanmıştır. Çok disiplinli arkeolojik araştırmalar sayesinde Troya'nın I'den X'a kadar olan yerleşme tarihinin rekonstürksiyonu yapılabilinmiştir.

Araştırma tarihi ve neredeyse kesintisiz yerleşimiyle Troya, Eski Dünya'nın İlk Tunç Çağı'ndan Roma Dönemi'ne kadar olan kronolojisi için çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu önemi nedeniyle de, Troya'nın hiç kuşkusuz bin yıllarca etkileşim alanındaki çevresini de (Troas, günümüz Çanakkale bölgesi) her anlamda etkilemiştir. Anadolu yarımadasının kuzey batısında yer alan Troas (Çanakkale Bölgesi) konumu nedeniyle Avrupa ve Asya'nın; Ege ve Karadeniz'in kesiştiği bir konuma sahiptir. Troas, Türkiye topografik bölgeleri arasında Kuzey Anadolu dağlık ve vadi havası olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu bu bölge, Marmara Bölgesi güneyindeki dağlık ve havzalık alan olarak tanımlanmaktadır.

TARİHÇE:
Kent, Çanakkale Boğazı'nın güneyinde bir liman kenti olarak kurulmuştur. Zamanla Karamenderes nehrinin kent kıyılarına taşıdığı alüvyonlar nedeniyle denizden uzaklaşmış ve önemini yitirmişitir. Bu yüzden yaşanan doğal felaketler ve saldırılar sonrasında yeniden iskan edilmeyip, terk edilmiştir.

Troyalılar, Sardis kökenli Herakleid hanedanının yerine geçmiş ve Anadolu'yu 505 yıl boyunca Lidya krallığı Candaules (MÖ. 735-718) dönemine dek yönetmişlerdir. İyonlar, Kimmerler(MÖ 10 ve MÖ 14'üncü yüzyıllardan MÖ 8'inci yüzyılın ilk yarısına kadar İdil Nehri’inden Karadeniz’in kuzeyine doğru uzanan geniş bir alanda Kimmerya’da yaşamış savaşçı bir ulustur. Korkusuz ve cesur savaşçılar olarak ün salmışlardır.), Frigyalılar(Sakarya Irmağı ile Büyük Menderes'in yukarı çığırları arasında kalan bölgenin eski çağdaki adıdır. Bu ad, Balkanlar’dan gelip bu bölgeye yerleşen Friglerden geliyordu.), Miletliler onlardan sonra Anadolu'da yayılmış, ardından MÖ. 546 yılında Pers istilası gelmiştir.

Troya antik kenti, Athena(Yunan mitolojisinde zeka, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçasıdır. Roma mitolojisinde Minerva diye anılır. Babası Tanrıların başı Zeus, annesi ise Zeus'un ilk karısı olan hikmet tanrıçası Metis' tir. Sembolleri, kalkan, mızrak, zeytin dalı ve baykuştur. Mızrak savaşı, zeytin dalı barışı, gök gözlü baykuş da bilgeliği temsil eder. Athena, Atina kentinin baş tanrıçası ve koruyucusudur, kent ismini de ondan almıştır.) tapınağı ile özdeşleşmiştir. 
Pers egemenliği sırasında imparator I. Serhas( veya Kserkses "Xerxes" (Persçe: Hşayarşah (hükümdarlık: MÖ. 486-465) Ahameniş İmparatorluğu'nun Pers kralıydı. Yunanca Eski Pers hükümdar adlarından Xšayāršā (Hşayarşa) sözcüğünden gelen Serhas, "kahramanlar kralı" anlamına gelir) çıktığı Yunanistan seferinde, Çanakkale Boğazını geçmeden önce kente gelerek bu tapınağa kurban sunduğu, aynı şekilde Büyük İskender'in de Perslere karşı giriştiği mücadele sırasında kenti ziyaret ettiği ve zırhını Athena tapınağına bağışladığı tahrihsel kaynaklarda belirtilir.

Eski Troya'yı canlandıran maket kent merkezinde, Troy filminde kullanılan atın yanı başında

Troya kentlerinin çeşitli dönemlere ait yerleşim planını gösteren resim

Troya’da yapılan kazılar sonucu 9 medeniyet katı ortaya çıkarılmış. 

Troya I. (M.Ö. 3000-2500)
Kentin en eski yapı evresi. Schliemann yarması olarak  adlandırılan yerde, balık sırtı taş örgülü, poyraza açık ev dizisi olarak izlenmektedir.
Troya 1'in en gelişmiş evresi 1.yy'da kentin çapı 90 metreydi. Troya 1'in ana girişi güney tarafta ve duvarı çok iyi korunmuş durumdadır. İki kule ile savunulan kent kapısı 2.97 metre enindeydi. 3 metre kadar genişlikte dar bir koridor şeklinde bu girişin iki yanında üçgen şeklinde yapılmış olan savunma kulelerinin de doğu yönündekinin alt kısmı ve bitişindeki sur kalıntıları görülebilir. 

Schliemann Yarması

Troia I Kuzeyden Schliemann Yarması'ndaki uzun evlerin taş temelleri.

Yüksekliği 3.5 metreye yakın olan kule kalıntısının tabanının irü taşlardan oluştuğu, duvarlarının da yukarıya doğru çıktıkça küçülen taşlardan örüldügünü görmekteyiz. 1987 yılında Troya 1 evresine ait duvarların hemen hepsi temizlenmiştir. Schilemann yarmasındaki yapılar Troya 1 evresine aittir ve MÖ. 3000-2800'lere tarihlenmektedir. Troya 1 büyük bir tahriple son bulmuştur.

Troya II (M.Ö. 2500-2300) 

Kentin eğimli surlarla çevrelendiği ve yukarı hisara yönleri güneye bakan büyük konutların (megaronlar) inşa edildiği evre. Kenti çevreleyen surlar eğimli, temelleri taş, üst kesimleri kerpiç.. Rampalı kapı ise savunma tekniği açısından dünyanın en eski ve en iyi korunmuş örneği.

Rampalı Kapı

Troya 2'nin çapı 110 metreyi geçmekte ve 7 yapı katından oluşmaktaydı. Troya 1 bir yangınla son bulmasına rağmen Troya 2'de gelişmeler görülür. Fakat kültür değişikliği yoktur. Eski dünyanın batısında, bir plan sistemi gösteren ilk kent olma özelliğini taşır. Schilemann tarafından 1871-90 yılları arasında yapılan çalışmalarda Troya 2 yapı katmanları arasında ele geçirilen hazine buluntusu çok gelişmiş bir metal işçiliğinin örneği ve gelişmiş bir dış ticaretin göstergesidir. 

Schilemann, Priamos'un diye nitelediği hazineyi Troya 2'nin rampalı kapısının batı duvarı dibinde bulmuştur. 

Kazılarda Troya 2'ye ait buluntuların çoğunun 1 metre kalınlığında bir yangın molozunun atından çıkması, bu kentin ani bir istilaya uğradığının bir göstergesidir. Bu nedenle Schilemann burayı Homeros'un İlyada'sında geçen Troya olarak nitelendirmiştir. Aynı dönemde Batı Anadolu ve Kıta Yunanistan'ındaki çeşitli yerleşimlerdeki benzer yıkımlar ve izleyen dönemde bu kentlerin kültür yaşamında görülen uzun süreli durgunlukların MÖ. 2000 yıllarının başlarında Orta Avrupa'dan gelen Hint-Avrupa kökenli göçlerden olduğu sanılmaktadır. Troya 2'yi dışardan gelen göçmen toplulukların yıktığı ve buraya yerleşmeden yollarına devam ettikleri sonucuna varılmıştır.

Troya III. (MÖ 2200-2050)

Troya III: Hisarlık höyüğündeki 3. Erken Tunç Çağı yerleşmesinde yaşam şeklinin pek değişmediği görülmektedir. Bu dönemde 4 yapı evresi saptanmış ve höyüğün 3 metre daha yükseldiği anlaşılmıştır. Evlerin döşemelerinin daha önceki gibi sıkıştırlmış kil ya da toprakla kaplandığı, duvarların da aynı şekilde örüldüğü biliniyor olsa bile bu dönemde bağımsız konutlara rastlanmamaktadır. Bitişik yapılan evlerin arasında kalan sokaklar oldukça dardır. Daha önceki dönemden farklı olarak, kent surlarının tamamen taştan yapıldığı ve hatıllarla güçlendirilmiş kerpiclerin kullanılmadığı görülmektedir. Son yapılan kazılarda Troya 4'ün altındaki tabakalarda bir sınır ya da teras duvarı ortaya açığa çıkarılmıştır ve bunun Troya 2'nin sonu olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, kuzeye doğru, üzerinde beyaza boyanmış kerpiçlerin olduğu, bir yapıya ait taş temel bulunmuştur. Bu dönemde pişmiş kap üretiminde ve dokumacılıkta eskiden beri bilinen gelenekler sürdürülmüştür.

Troya IV. - V. (M.Ö. 2300-1900) 
Kentin bu yapı katları silik izlerle saptanmıştır.

Troya VI. (M.Ö. 1900-1300) 
Kentin gelişmiş evresi. 

Surlar genişletilerek kulelerle desteklenmiş. Kent örenine giriş, eğimli, eklemli surların önünden ve bindirme sur duvar aralığına yerleştirilmiş doğu kapısından başlar. Güney kapısı silik kalıntılarına karşın altından su kanalı geçen, dış kesiminde koruyucu stellerin dikili olduğu gösterişli bir kule olarak tasarlanmıştır. Direkli ev ve VI M yapısı gibi büyük ve yeni bir plan anlayışı taşıyan konutlar bu evredendir.
Troya 6, 300.000 m2 bir alana yayılmıştır. Sekiz yapı katından oluşan 6'ncı yerleşme üç ana evre gösterir. En parlak devir Troya 6(fe) evreleridir. Kazılarda ele geçen buluntular, tamamıyla yeni plan ve yapılar, Troya 6'nın o döneme kadarki yaşayanlarından başka insanlarla ilişkisi olmuş olabileceğini akla getirmektedir. 


Sur duvarı, birbirine beş kapıyla bağlanan altı bölümden oluşur. Surun en görkemli bölümü 6g evresine giren bir kuledir ve uzunluğu 18, genişliği 8 metredir. Kulenin ortasında keskin köşeli bir sarnıç ve onun içinde sekiz metre derinlikte kayaya oyulmuş bir kuyu vardır. Bu kuyudan kuşatma sırasında yararlanılıyordu. Uzunluğu 41.5, genişliği 4.5 m. olup yüksekliği 4 m'yi geçen duvar boyunca dört dikey çıkıntıya rastlanır. 

Troia VI Doğudan kale duvarı, kuleler ve saray binaları.

Troya Meyilli Duvar


Troya Meyilli Duvar (illüstrasyon)

Troya kentine ait bir kapı ve kapının arkasında uzanan caddenin görünüşü.

Troia VI Kale duvarı güney kapısı, kuleler, steller ve su kanalının güneyden görünüşü.

Troya VII. (M.Ö. 1300-1200) Buluntular açısından kıta Yunanistan'ı ile ilişkilerin belirdiği evre. 
Troya savaşlarının yaşandığı evre olarak kabul edilir. İzleyen evre Troya VII b, depremle oluşan yangın sonucunda ortadan kalkmıştır.

Troya VIII. (M.Ö.900-350) 
İlion adındaki yerleşim yeri 

İ.Ö. 7. yüzyıldan başlayarak Ege ve Akdeniz dünyasından gelen nesnelerle tanımlanmaktadır.
Bu evrenin buluntuları 7. yüzyıldan eskiye gitmez. İlk yapılara batı kapısının doğusunda rastlarız. Burası yukarı Temenos olarak adlandırılan sunağın altına rastlamaktadır. Sunak Hellenistik dönemde yapılmıştır. Sunağın batısında bulunan ve kare plana sahip başka bir sunak ise Agustus dönemine aittir. Yukarı temenosun güneyinde "aşağı temenos" adı verilen ve içinde iki sunağın bulunduğu kutsal yer de Helenisitik dönemde inşaa edilmiştir. Bu dönemdeki en önemli yapı Athena tapınağıdır. 


Tapınak ve onu çeviren kutsal alan ve anıtsal giriş kapısının yapılması için düz bir platform elde etmek üzere höyük tepesinde bulunan eski yapı kalıntılarının bir kısmı yıkılarak düz bir saha açılmış ve üzerine inşaa edilmiştir. Bu yüzden bu devreye ait cevaplanamaycak sorular ortaya çıkmıştır. Geriye kalan son kalıntılar da Schilemann'ın büyük açmasıyla ortadan kalkmıştır. Homeros'un İlyada'sında Athena tapınağından bahsetmesi ve tapınağın kentin en yüksek noktasında bulunduğunu söylemesi arkeologları buranın bir tapınak olabileceği kanısına yöneltmiştir. Ancak, yapılan çalışmalarda yapının Athena Tapınağı olduğu konusunda herhangi bir somut kanıta rastlanmıştır. Tapınağın yeri Schliemann tarafında tamamen kazılmış olduğu için şu an burada derin bir çukur mevcuttur. Herodotos'a göre Xerxes burada tanrıçaya bin öküz kurban etmiştir. İskender ise Granikos zaferinden sonra tapınağı ziyaret edip armağanlar sunmuş ve daha sonra gönderdiği bir mektupta buraya görkemli bir tapınak yaptıracağı konusunda söz vermiş olduğu bilinir. Strabon, İskender'in bu isteğini Lisimakos'un yerine getirdiğini söyler.

Kuzeydoğu bastiyonu, merdivenler ve iç kesimdeki sarnıç (Troia VIII). 
Yunan-Roma (Troia VIII - IX) tapınak alanını çevreleyen temenos duvarının restorasyon sonrası hali.

Troya IX. (M.Ö. 350-400)  

Son yapı katında inşa edilen Athena tapınağı, günümüzde oldukça iyi durumda doğu teras duvarı ve sağa sola saçılmış mermer mimarlık parçaları ile tanınır. Tapınağın avlu düzlemine ilişkin döşemeler, kent öreninde tüm zamanların yarattığı tabakalaşmanın en üst düzlemini gösterir. Antik çağın kalıntıları, güneyde  Küçük Tiyatro, boulevterion olarak izlenirken, kazı çalışmaları yeni başlamış olan kuzey yönündeki Büyük Tiyatro yapısı, kentin Hellenistik ve Roma çağında ünlü ozan Homeros’un yaşatıldığı bir müze kent konumunda değerlendirildiğinin kanıtıdır.
IX. Troya’dan Hellenistik Zeus başı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen yüksek sanat değerli bir ilkçağ yapıtıdır.
kopyala-yapıştır kaynak: www.iamistanbul.tv/haber/troya-ii-iii-yerlesmeleri-hazine-buluntulari


TROYA ANTİK KENT KALINTILARI:

Heinrich Schliemann ve "Priamos’un Hazinesi"nin takıları  ile karısı Sophie Schliemann

Schliemann'ın kaçırdığı eserleri, 5 Ağustos 1873 günü Almanya'daki bir gazetede "Troia Kralı Priamos'un Hazineleri" olarak yayımlaması, kısa süre içerisinde hem kendisinin hem de buluntuların ünlü olmasını sağlamıştır. Bir süre Avrupa'da sergilenen buluntular, dünya kamuoyuna Schliemann tarafından, karısının takılarla çekilmiş fotoğrafıyla tanıtılır. Eserler II. Dünya Savaşı'na kadar Berlin'de sergilenir. Savaş sonrasında, pek çok diğer sanat eserleriyle birlikte ortadan kaybolan eserlerin akıbeti uzun süre bilinemez. 

Troya buluntularının önemini başından itibaren bilen Osmanlı Devleti, İzzettin Efendi'nin yürüttüğü soruşturma sonunda Dahiliye Nezareti'nce kaleme alınan belge, Schliemann'ın Troia Kralı Priamos'a ait olduğunu söylediği hazineleri Atina'ya ne zaman, kaç kerede, kimlerin yardımıyla ve nasıl kaçırdığı konularındaki şüpheleri ortadan kaldırdı.  
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Rüstem Aslan ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Sönmez, Heinrich Schliemann ile ilgili uluslararası arkeolojik araştırma makalesi hazırlamak için uzun süren bir araştırma yaptı. İki öğretim üyesi, Schliemann'ın 'Priamos Hazineleri' olduğunu ileri sürdüğü hazinelerin kaçırılışıyla ilgili arşivlerde ne kadar belge varsa hepsini tek tek taradılar. Osmanlı arşivlerinden çıkan bir belge hazinelerin kaçırılışıyla ilgili pek çok bilinmeyene ışık tuttu. Troia hazinelerinin Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında Yunanistan'ın Atina kentine kaçırılışının ardından olayla ilgili Osmanlı Devleti'nin başlattığı soruşturmanın belgeleri gün ışığına çıktı. Dahiliye Nezareti'nce 24 Temmuz 1874 tarihinde Osmanlıca olarak kaleme alınan belge, olayla ilgili sır perdesini ortadan kaldırdı. 
Osmanlı Arşivi'nde ortaya çıkan belgenin Schliemann'ın hazineleri kaçırışı ile ilgili olarak Osmanlı Devleti'nin açtığı soruşturmanın detayları hakkında bilgiler verdiğini söyledi. Sönmez, "Osmanlı Devleti, Schliemann hazineleri Atina'ya kaçırdıktan sonra hemen soruşturma başlatmış. İzzettin Efendi'yi de bu soruşturma kapsamında görevlendirmiş. Soruşturma sonunda, Dahiliye Nezareti'nce hazırlanan belgede, Schliemann, Hükümet tarafından tayin edilen Emin Efendi'nin memuriyeti zamanında çıkarılmış olan eşyaları 1873 senesi Nisan ayı başında ve aynı senenin Mayıs ayı sonunda olmak üzere iki kez, Kumkale nahiyesinde bulunan Karanlık Liman isimli yerde, kereste yüklemek üzere gelmiş olan Yunanlı kaptan Andreya'nın gemisine koyarak kaçırmıştır. Üçüncü defasında ise, hafif olup da koyun ve koltuğa sığabilen altın mücevherleri bir kasa içerisinde, kendisi ile yanındakiler ceplerinde olarak Kumkale İskelesi'nden Abdullah reisin kayığıyla Kale-i Sultaniye gümrük idaresine getirip oradan Atina'ya götürmüştür" denmekte. Bu ifade, Schilimann'ın Troia'da bulduğu hazineleri tek değil, üç seferde kaçırdığını gözler önüne seriyor dedi.

Sönmez, "Osmanlı Devleti, hazineler için Yunan hükümetine başvurmuş. İşi takip etmek için de o dönemin müze müdürü Anton Dethier'i görevlendirmiş. Bir avukat atanmış. Yunanistan'daki ilk mahkeme Mart ayında başlamış ve Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanmış. Daha sonra Osmanlı Devleti itiraz etmiş. Yüksek mahkemeye giderek bu kararını iptal ettirmiş. Hemen akabinde Schliemann'ın evine bir haciz gelmiş. Ama bu durumu önceden Yunan hükümetinden öğrendiği için hazineleri evinden kaçırdığı tahmin ediliyor. Daha sonra Osmanlı Devleti 9 ay süren süren mahkeme sürecinin ardından bu işi anlaşma ile neticelendirmek zorunda kalmış. Schliemann, Osmanlı Devleti'ne 50 bin Frank ödemiş ve dava kapanmış. Oysa, Osmanlı, başlangıçta 1 milyon Frank'ın üzerinde bir para istemiş. Ama o günün şartlarında bunu elde etmek imkansız olduğundan Osmanlı Devleti 50 bin Frank'ı kabul etmek zorunda kalmış" dedi.

Doç. Dr. Rüstem Aslan, "Şimdiye kadar, Schliemann'ın 31 Mayıs'ta Troia'da önemli bir hazine bulduğunu, ve bunu Calvert'in çitliğine yolladığını, ardından da Atina'ya kaçırdığını ve karısı Sophia Schliemann'nın hazineler bulunurken iddia edildiği gibi Troia'da olmadığını biliyorduk. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hazinelerin bir kısmının gerçekten Troia'da bulunup bulunmadığı konusunda hala şüpheler vardı. Bir iddiaya göre, buluntular bir tek büyük hazineydi ve 31 Mayıs'ta bulunup kaçırıldı. Bir başka iddiaya göre ise, buluntular küçük küçük hazinelerdi ama Schliemann sansasyon yaratmak için büyük hazine bulduğunu söylüyordu. İşte bu belge, Schliemann'ın Troia'da 1873 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında küçük küçük hazineler bulup, bunları üç ayrı seferde kaçırdığını ve hazinelerin tek bir büyük hazine olmadığını ortaya koydu. Ayrıca hazinelerin hepsinin Troia'da bulunduğunu gösterdi. Bu da Troia hazinelerinin sırrını çözüyor" dedi.

Sovyetler Birliği’nin 90’lı yılların başında parçalanması sürecinde 1992 yılında, Troya hazinelerinin, Moskova'daki Puşkin Müzesi'nin deposunda saklandığı açıklanır. II. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in tasarladığı müze için Avrupa'dan savaş ganimeti şeklinde eser toplayan genç subay Antonova, hazineleri doğrudan Puşkin Müzesi'nin depolarına saklamıştır. Troya ören yerinden Schliemann dönemi kazıları sırasında çıkan, Osmanlı Devleti'nin el koyarak İstanbul'daki müzeye yolladığı küçük bir hazine daha olsa da, Troya eserlerinin büyük bölümü maalesef çıkarıldığı topraklardan koparılarak götürülmüştür. 
kopyala-yapıştır kaynak: www.yurthaber.mynet.com/canakkale-haberleri/kayip-hazinenin-sirri-cozuldu-44223 (Rüstem Aslan)

Truva II den Altın Mücevherler
Resimde görülen alınlık, küpe vb. diğer Troya hazinelerinin tamamına yakın bir kısmı Rusya'dadır.

Büyük Diadem
(Moskova, Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi)

Diadem (diadema) Antik dönemde kralların sahip oldukları otoriteyi göstermek için başlarına taktıkları (bağladıkları), bir düğümle sona eren ve omuzlara inen iki şeritten oluşan beyaz kurdele. Terim'in anlamı zaman içerisinde genişlemiş ve genellikle başa takılan çember şeklindeki Tac'ı ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. 
Diadem, aynı zamanda kadınlar tarafın yarım tac şeklinde başın ön kısmına takılan bir (tiara olarak da adlandırılır) ziynet eşyasının da adıdır.



Kral Laodemon'u öldüren Herkül
(Gavardo Arkeoloji Müzesi - Brescia, İtalya)

İstanbul Arkeoloji Müzelerinde yer alan "C hazinesi"nden küpeler, altın külçeler ve bilezik.

Figürinli kap, Troia II, MÖ 2550-2350, pişmiş toprak, Çanakkale Arkeoloji Müzesi

AGAMEMNON MASKI 
M.Ö. 1200'lerde yapılan Troya savaşında Akhaların başkumandanı olan Agamemnon Maskı gerçekte kendisinden 300 yıl önce yaşamış bir prense aittir. Mykene'de yapılan kazı çalışmaları esnasında günışığına çıkan eser günümüzde Atina Ulusal Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır.   

 Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı Troya - Priamos Hazinesi 

Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı Troya - Priamos Hazinesi 

Heinrich Schliemann'ın kaçırdığı Troya - Priamos Hazinesi 

Troia IX Odeion'da bulunan zırhlı İmprator Hadrian heykeli. 
(Çanakkale Arkeoloji Müzesi)

Helios , güneş tanrısı arabası ve dört atı ile , MÖ.3.yy 
Truva Athena tapınağında Schliemann tarafından bulunmuştur. 
(Berlin, Pergamum Museum)