30 Kasım 2016 Çarşamba

Mohizm




Mohizm, Mozi tarafından geliştirilen Antik Çin mantık, rasyonel düşünce ve bilim felsefesidir. 

Mozi, Çinli filozof. Mohizm'in kurucusu olup Konfüçyüsçülüğe ve Taoizm'e sıkıca karşı çıkmıştır.

Mohizm genel olarak sevgiye çağrı ve tüm anlaşmazlıkları barışçıl yoldan çözmeyi talep etmeyi öngörür. Mohizm Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Legalizm ile yaklaşık aynı zamanda gelişti ve MÖ. 770-221 yılları arasında (İlkbahar ve Sonbahar Dönemi ile Savaşan Devletler Çağı) dört ana felsefi okulundan biri oldu.







































13 Kasım 2016 Pazar

Karanlık Kutu - Camera Obscura


Karanlık Kutu: 
Camera Obscura adı, Latince "camera: oda" ve "obscura: karanlık" sözcüklerinden oluşur. İngilizce'de "pinhole: iğne deliği" olarak da bilinir. Dört tarafı kapalı bir karanlık odanın, bir duvarının tam ortasına bir delik açıldığında, delikten içeri giren güneş ışığı deliğin karşısındaki duvara yansır. Deliğin önündeki nesnelerin görüntüsü duvar yüzeyinde, sağ-sol ve alt-üst ters olarak oluşur.



Nesnenin görüntüsünün bir gölge ya da bir izdüşüm olarak değil de, tıpkı gözün algıladığı gibi tüm detaylarıyla bir yüzey üzerine düşürülebilmesine olanak veren bu basit aygıta camera obscura adı verilmiştir. Camera obscura, dört tarafı da ışık sızdırmayacak bir biçimde kapatılmış bir kutu içerisinde, bir iğne deliğinden giren ışık yardımıyla görüntü oluşumunu sağlayan basit bir aygıttır. Camera obscura, karanlık oda ya da yaygın deyişle karanlık kutu olarak bilinmektedir. Karanlık kutu içerisinde, iğne deliğinin karşısına gelen yüzey üzerinde oluşan görüntünün yapısı, bir gölge ya da bir izdüşüm yoluyla oluşan görüntüden nitelik olarak farklıdır. İğne deliğinden giren ışık şiddetinin çok düşük olması nedeniyle, oluşan görüntü oldukça zayıf bir görünümdedir. Yani görüntü, yeterince net ve keskin değildir. Fakat bu zayıf görünümüne karşın, gölge ya da izdüşümden farklı olarak, görünür gerçekliğin neredeyse aslına çok yakın bir kopyasıdır. Tıpkı gözün algıladığı gibi nesnenin tüm detay, ton ve renk özelliklerini içerir. Karanlık kutu içerisinde görüntü, alt-üst ve sağ-sol ters olarak oluşur. Görüntünün netlik ve keskinliği, kullanılan karanlık kutunun büyüklüğüne, delik çapına, deliğin açıldığı yüzeyin kalınlığına ve nesnenin aydınlanma şiddetine bağlıdır. Karanlık kutu içerisinde oluşan görüntü, nesneden yansıyan ışık yoluyla meydana geldiği için, nesneden yansıyan ışık ne kadar kuvvetli olursa oluşan görüntü de o kadar belirgin olur. Bu nedenle, karanlık kutu içerisinde güneş ya da mum gibi herhangi bir ışık kaynağının görüntüsünü oluşturmak, bir ağaç ya da bina görüntüsü oluşturmaktan daha kolaydır. Çünkü birisi ışık kaynağının kendisidir, diğeri ise üzerine düşen ışığı yansıtır. Yansıyan ışığa kıyasla direkt ışık çok daha güçlü olacağı için, güneşin görüntüsü karanlık kutu içerisinde çok daha kaliteli olarak ortaya çıkar. Görüntü kalitesini etkileyen diğer bir faktör de, karanlık kutunun boyutudur. Kutu ne kadar küçük olursa, delikten içeri giren ışığın kutu içerisinde aldığı yol da o kadar kısa olur. Böylece ışığın şiddetindeki artışa bağlı olarak görüntü kalitesi de o oranda artar. Kutunun boyutu büyüdüğünde ise, tam tersi bir durum ortaya çıkar. Delikten içeri giren ışığın kutu içerisinde katettiği mesafe artacağı için, görüntüyü oluşturan ışığın şiddeti azalır. Bu da, daha zayıf bir görüntünün oluşmasına neden olur. Bu basit aygıtla her ışık koşulunda yüzey üzerinde görüntü oluşturmak mümkün olsa da, elde edilecek görüntünün kalitesi tamamen nesneden yansıyan ışığın şiddetine bağlıdır.

Görüldüğü gibi, karanlık kutu yoluyla yüzey üzerinde görüntü oluşturmanın temel öğesi ışıktır. Yüzey üzerindeki görüntü, delikten içeri giren ışık yoluyla oluşturulur. Bu nedenle karanlık kutu, ışığa özgü bir resmetme teknolojisi olarak tanımlanır. Karanlık kutu aracılığı ile yüzey üzerinde görüntü elde edilmesi ve bu görüntünün kalıcı olmasına yönelik çabalar, yeni resmetme tekniklerinin de keşfedilmesine ortam hazırlamıştır.

Bir camera obscura görüntüsü: Central Park, New York · Manhattan; ABD (Abelardo MORELL - 2008)



Camera Obscura: Courtyard Binası, Lacock Manastırı, İngiltere (Abelardo MORELL, 2003)






12 Kasım 2016 Cumartesi

Athanasius Kircher (1601-1680)

Athanasius Kircher (1601-1680)

Athanasius Kircher (1601-1680), Alman yazıbilimci, bilge. O zamanın en önemli bilim adamlarından biriydi. Kircher, Orta Almanya'da katolik bir şehir olan Geisa'da dünyaya gelmişti. Almanya, o sıralar yaşanan dini çatışmalar nedeniyle oldukça çalkantılı bir dönemden geçiyordu. Kircher, 1622 yılında protestanların elinden kurtulabilmek için memleketinden ayrılmak zorunda kaldı. 1628 yılında cizvit rahibi oldu. Fransa, Avusturya ve İtalya'da dolaştıktan sonra Roma'ya yerleşti. 

Çok çeşitli konularla ilgili kırktan fazla kitap yazmıştır. Rönesans döneminin ideal bir örneği olan Kircher, on iki dil biliyordu. Tarihin ilk Antik Mısır uzmanıdır. İlk bilimkurgu romanını o yazmıştır. Vezüv Yanardağı'nın dumanlı kraterine inerek volkanlar üzerine çalışmalar yapmıştı. Öğrenme aşkını belki de en net biçimde 1669 yılında yayınladığı kitabı "The Great Art of Knowing (Öğrenmenin Ulu Sanatı)" ile ortaya koymuştur.  

Kircher'in Mundus Subterraneus adlı kitabı (1665)

1631 yılında yayınladığı ilk kitabı "Magnetizma" ile ilgiliydi. Güneş saatleri, yer çekimi ve matematikle ilgili de birçok yazı yazmıştır. 1656'da, bubonik vebanın (Hıyarcıklı veba) mikroorganizmalardan kaynaklanıyor olabileceğini ileri sürerek bu teoriyi destekleyen ilk kişilerden biri oldu.  

Kircher'in "Oedipus Aegyptiacus" isimli kitabı en iyi bilinen eserleri arasındadır. Bu kitap, Antik Mısır hiyeroglif alfabesini çözümlemeye çalışmaktaydı. Sonuçta başarısız olsa da eski Mısır'a büyük bir ilginin uyanmasına neden oldu. Geride bıraktığı notları sonunda eski yazıyı çözmeyi başaracak olan Fransız bilgini Jean-François Champollion (1790 - 1832) için yararlı olmuştur.   

Kircher aynı zamanda kitap, sanat eseri ve çeşitli icatlar toplayan bir koleksiyonerdi. Bunlar, Roma'daki "Kircherianum Müzesi"nde sergilendi. Bu müze 19. yy'da yıkılana kadar şehrin en büyük müzelerinden biri olmuştur.  

Yaşarken Yüz Sanatın Ustası olarak anılan Kircher, Avrupa'nın en ünlü bilginlerindendi. Büyük ölçüde kendi kendini yetiştirmiş ve içindeki öğrenme aşkı ile motive olmuştu. Ölümünün ardından Kircher'in ünü sönmeye başladı. Bilimsel konulara getirdiği amatör yaklaşım uzmanlaşma ve profesyonelleşmenin gelişimi ile birlikte gözden düşmüştür.




Ek Bilgiler:   

1- Kircher'in hiçbiri çalışmayan çeşitli icatları vardı: Sürekli hareket makinası, konuşan emzik, müzik yazma makinası. 
Bu icatları, İtalyan romancı Umberto Eco tarafından "The Island of The Day Before" - Önceki Günün Adası (1994) adlı çalışmasında espri konusu yapılmıştır.

2- Kircher'in en büyük projelerinden biri de "Voynich Elyazması"nı tercüme etmekti. Bu, bilinmeyen bir dilde yazılmış ünlü bir 15. yy kitabıydı. Ancak Kircher bu projesini gerçekleştirememiştir. Aynı çaba içersine giren ondan sonraki uzmanlar da başarısız olmuştur. Hatta Amerika Birleşik Devletleri'nin Ulusal Güvenlik Ajansı'nda (national security agency) çalışan şifre çözücüler bile hiçbir sonuca ulaşamamıştır. Kimi uzmanlarsa kitabın çok iyi tasarlanmış bir ortaçağ şakası olabileceğini düşünmektedir. 

3- Kircher "Physiologia" (1680) isimli kitabında yutkunma sırasında hareket eden havanın hızını ölçen ilk kişi olmuştur. Kronometrenin henüz icat edilmediği düşünülürse bunun büyük bir başarı olduğu söylenebilir.














10 Kasım 2016 Perşembe

Helyograf (heliograph)



Helyograf (Yunanca: güneş anlamına gelen Helios + yazmak anlamına galen graphein), ayna ile yansıtılan güneş ışığıyla yaratılan mors kodu ile sinyal veren kablosuz bir güneş telegraf aleti. Flaşlar aynayı aralıklı dönüştürmesiyle veya deklanşör ile ışının kesilmesiyle yaratılır. 

I. Dünya Savaşı sırasında Filistin Cephesinde Osmanlı Ordusu'na bağlı Helyograf ekibi (Huj, 1917)

Helyograf 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında geniş ölçüde kullanılan basit ama 50 kilometre veya daha fazla mesafede etkili optik haberleşme aletiydi. Başlıca askeri, tetkik ve orman koruma çalışmalarında kullanılırdı. 1960'lı yıllara kadar İngiliz Kraliyet Ordusu ve Avustralya Ordusu'nda standart alet olarak kullanıldı ve Pakistan Ordusu'nda ise 1975 gibi geç döneme kadar kullanıldı.








Kalotip - Calotype (Yunanca "güzel izlenim")


Kalotip, William Henry Fox Talbot tarafından bulunan; yarı saydam kâğıt üzerinde fotoğraf negatifi elde edilmiş ilk fotoğrafçılık tekniği. 
Kalotip, Yunanca kahos (güzel) ve typos (izlenim) sözcüklerinden türetilmiş ve 8 Şubat 1841 tarihinde de buluşunun patentini almıştır.
Talbot, patentini 8 Şubat 1841'de aldı; Talbotype diye de bilinir. 
Bu tür baskılar genellikle kahverengi tonlarındadır. 

Kalotip yönteminde, taban malzemesi olarak homojen bir dokuya ve pürüzsüz bir yüzeye sahip yüksek kalitede kâğıt kullanılır. Kâğıdı ışığa duyarlı hale getirebilmek için, zayıf bir kandil ışığında gerçekleştirilen bir dizi işleme gereksinim duyulur. Öncelikle yumuşak bir fırça kullanılarak kâğıt yüzey gümüş nitratla kaplanır. Daha sonra, kâğıt kurumaya bırakılır. Tam bir kuruma gerçekleşmeden önce, kâğıt potasyum iyot eriyiğine bırakılır. Bu eriyik içerisinde iki ya da üç dakika çalkalanarak tutulduktan sonra tekrar kurumaya bırakılır. Bu işlemin sonunda kâğıt yüzeyi iyotla kaplanmış olur. İyotla kaplanmış kâğıt yüzeyi ışığa duyarlı hale getirmek için, gümüş nitrat ve gallic asit bileşimiyle kaplanması gerekir. Bu işlem, gümüş nitrat ve gallic asit bileşiminin çok hızlı erimesi nedeniyle otuz saniye gibi kısa bir sürede uygulanır. Daha sonra suda bekletilen kâğıt, karanlık bir ortamda kurumaya bırakılır. Kuruma işleminin sonunda, kâğıt ışığa duyarlı hale gelmiş olur. Kalotip kâğıtlar, hazırlandıktan sonra birkaç saat içerisinde pozlandırılması gerektiğinden, tüm bu işlemin çekimden kısa bir süre önce yapılması gerekir. 

Pozlama işlemi, fotoğraf makinesi olarak kullanılan bir karanlık kutu aracılığıyla gerçekleştirilir. Işığa duyarlı hale getirilmiş kalotip kâğıt, karanlık kutuda görüntünün oluştuğu düzlem üzerine yerleştirilerek pozlandırılır. Parlak güneşli havalarda Talbot tarafından önerilen pozlandırma süresi, diyafram açıklığı f/15 olan bir objektif için on saniyenin yeterli olacağı yönündedir. Pozlandırma işlemi sonunda kalotip kâğıt üzerinde gözle görülmeyen bir görüntü oluşur. Bu gizli görüntü geliştirme yoluyla görünür hale getirilir. Bu geliştirme işlemi esnasında ışık almış gümüş tuzları depolamış oldukları ışık miktarına bağlı olarak kararır. Böylece pozlama esnasında oluşmuş olan gizli görüntü, gerçek görüntü haline dönüşür. Geliştirme işleminin bir karanlık odada yapılması gerekir. Kalotip kâğıt, gallo-gümüş nitrat eriyiğinde birkaç dakika tutulduğunda görüntü kâğıt yüzeyinde ortaya çıkar. Elde edilen bu görüntü, negatif karakterlidir.

Kalotip kâğıt üzerinde elde edilen görüntünün kalıcı hale getirilebilmesi için, kâğıt yüzeyindeki ışık duyarlılığının sonlandırılması gerekir. Bu işlem için, potasyum bromür ya da sodyum hiposülfit (hypo) eriyiğinden yararlanılır. Sabitleme işleminin iki önemli görevi vardır. Birincisi, kâğıt üzerindeki görüntünün daha fazla kararmasını engelleyerek görüntünün belli bir gri ton değerinde sabitlenmesini sağlar. İkincisi ise, ışıktan etkilenmemiş gümüş tuzlarını eriterek kâğıt yüzeyinin ışık duyarlılığını sonlandırmaktır. Böylece, elde edilen görüntünün gün ışığında izlenmesi mümkün hale gelir. Sabitleme işlemi, kâğıt yüzeyinde oluşturulmuş olan görüntüyü kalıcılaştırarak zamana karşı dayanıklı hale getirir. Daha sonra yıkama işlemine geçilir. Kalotip kâğıt akarsu altında iyice yıkanarak, üzerindeki sabitleme eriyiği artıklarından tamamen arındırılır. Yıkanarak temizlenmiş olan kâğıt, kurumaya bırakılır.

Kalotip kâğıt üzerinde elde edilen görüntü negatif karakterdedir. Dolayısıyla bu negatif görüntü kullanılarak çok sayıda pozitif görüntüye ulaşılabilir. Kâğıdın ışık geçirgenliğini arttırmak için, balmumundan yararlanılır. Üzerine balmumu sürülerek saydamlaştırılan kâğıt yüzey, pozitif baskı elde edebilmek için hazır haldedir. Pozlama yapılacak kalotip kâğıt alta, negatif görüntünün bulunduğu şeffaflaştırılmış kâğıt ise üste gelecek şekilde bir camın altına yerleştirilir. Camın ağırlığı, her iki kâğıdın da iyice sıkışmasını ve birbirlerine tam olarak temas etmesini sağlar. Üzerine pozlama yapılacak kalotip kâğıdın ışıktan etkilenmemesi için, bu işlemin bir karanlık odada yapılması gerekir. Daha sonra, üzerinde cam bulunan kalotip kâğıtlar gün ışığına çıkarılır ve güneş ışığı altında yaklaşık olarak 15 dakika pozlandırılır. Pozlandırma sonucunda kâğıt yüzeyinde oluşan gizli görüntü, geliştirme ve sabitleme işlemlerinden geçirilerek gerçek görüntü haline getirilir. Negatif bir orijinalden kontak baskı yoluyla elde edilen bu görüntü pozitif karakterlidir. Pozitif görüntü elde etmek için kullanılan diğer bir yöntem de, üzerine pozlandırma yapılacak yüzey olarak kalotip kâğıt yerine, fotojenik çizim için hazırlanmış duyarlı yüzeylerden yararlanmaktır.

Kalotip negatifler ve fotojenik çizimler, ışığa duyarlı yüzey üzerine resmetme tekniğinin iki farklı yöntemidir. Fotojenik çizim yöntemi, optik dışı bir süreç olarak yapılanmasına karşın, kalotip yöntemi bir karanlık kutu kullanılarak gerçekleştirildiği için, optik bir karakter taşır. Her iki yöntemde de, ışığa hassaslaştırılmış yüzey olarak kâğıt kullanılır. Fotojenik çizimde elde edilen görüntü, nesnenin duyarlı yüzeyle temasının bir sonucudur ve pozlandırma yoluyla açığa çıkartılır. Duyarlı yüzey üzerinde ilave bir kimyasal işleme ihtiyaç duymaz. Kısacası fotojenik çizimler, sadece ışık ve onun duyarlı yüzey üzerinde yarattığı etkiyle elde edilir. Kalotip yöntemde ise, ışığın etkisiyle duyarlı yüzey üzerinde oluşan görüntü, öncelikle bir gizli görüntüdür ve açığa çıkartılması için kimyasal bir geliştirme işlemine ihtiyaç duyulur. Yüzey üzerinde pozlandırma sonucunda oluşturulmuş gizli görüntünün gerçek görüntüye dönüştürüldüğü bu aşama, kontrol edilebilir bir süreçtir. Yani geliştirme aşamasında farklı müdahaleler yapılarak, elde edilecek gerçek görüntünün ton değerleri kontrol edilebilir. Bu kontrol, fotoğrafın teknik ve estetik olarak düzenlenmesinin temel öğelerinden biridir.

Alıntı: Fotoğraf Tarihi - Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, 2012







9 Kasım 2016 Çarşamba

Dagerreyotip (Fr.: Daguerréotype)

Dagerreyotip (Fr.: Daguerréotype), gümüş nitratla ışığa duyarlı hale getirilen bakır levhaların, camera obscura içinde 10 ila 20 dakika pozlanarak, civa buharına tâbi tutulup geliştirilmesiyle fotografik görüntü elde etme yöntemidir. Sülfür ile gümüş plaka üzerine işlenmesi esasına dayanır. Kalitesi, yüzeyinin pürüzsüzlüğü ile doğru orantılıdır. Zorluğu ve fiyatı, fotoğrafın kapladığı alan arttıkça logaritmik olarak artar. Bu tekniğin çekici yanı, teorik olarak sonsuz çözünürlük sağlamasıdır. Tabii ki bu çözünürlük daha önce de belirtildiği üzere, yüzeyin pürüzsüzlüğüne bağlıdır. Örnek olarak, mikroskopla fotoğraftaki ufacık bir şeyi inceleyip, katilin belirlenebilmesi ancak dagerreyotip uygulanmış gümüş bir plakada gerçekleştirilebilir. 

Pozlama süresi çok uzun olduğundan, hareketli cisim ya da hareket anında fotoğraf çekmek için uygun bir yöntem değildir. Stüdyoda bu teknikle fotoğraf çekilirken, sırt ve kolların sabit durmasını kolaylaştıran bağlı oldukları birer aparat vardır. İşte bu yüzden, mevcut tüm fotoğraflardaki insanlar dimdik bir şekilde pozlanmış olarak görülmektedirler. 

Oldukça pahalı bir yöntem olması nedeni ile, ticari olarak dünyada sadece 10 kişi tarafından uygulanmaktadır ve bunun sebebi masrafların herkes tarafından kolaylıkla karşılanamayacak olmasıdır. Özellikle Amerika'da, lüks tüketimin en elit ürünlerindendir. Elit ürün sayılmasının nedenleri olarak; yüzyıllarca saklanabilmesi, maksimum çözünürlüğe sahip olması, gümüşün çekiciliği, renk dokusu ve pahalı olması gibi sebepler düşünülebilir.





Diyorama

Diyorama, ışık oyunlarıyla gerçekleştirilen, gerçek ve hareket izlenimi uyandıran panoramik resim gösterisi.
Diorama, gerçek veya kurgu bir olayın, anın veya hikâyenin, ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesidir.


Sözcüğün kökeni Fransızca'dır ve 1823 yılında bu dilde kullanılmaya başlamıştır. Fransızca'ya da Yunanca'dan girmiş olan ve "içinden" anlamına gelen dia sözcüğü ile "görünen" anlamına gelen orama ('panorama'daki gibi) sözcüğünün birleşmesiyle oluşmuş dioramanın eş anlamlı sözcükleri cyclorama ve panorama'dır.


Diyorama, büyük boyutlu resim yüzeyleri üzerinde, değişen ışık etkisiyle gerçekleştirilen sahne gösterileridir. Bu tip gösteriler, farklı güç ve renkteki (renkli camlar kullanılarak ışık renklendiriliyordu) ışık kaynaklarının değişik açılardan yönlendirilmesinin yüzey üzerinde yarattığı etkiyi temel alır. Yani, yüzey üzerinde ışık ve gölgeli alanlar oluşturularak yapılan gösterilerdir. Işık, Daguerre'in yaşamının büyük tutkusuydu. Kullanılan ışığın yönü, gücü ve rengi değiştirilerek görsel algının yönlendirilebileceğini fark eden Daguerre, bu bilgisinden yararlanarak diyorama gösterileri düzenlemiştir. Bu gösterilerde, 14x22m. ebatlarında yarı şeffaf ve seyrek dokunmuş bir perdenin iki yüzüne yapılmış resimler kullanılıyor ve bu resimler hem önden hem de arkadan ışıklarla aydınlatılıyordu. Aydınlatma tepeden yapıldığında öndeki resim görünüyor, arka taraftan aydınlatıldığında arkadaki resim beliriyordu. Ayrıca, önden gelen ışığın şiddeti azaltılıp arkadan gelen ışığın şiddeti arttırılarak, gündüz etkisini veren bir resmin sanki geceymiş gibi algılanması sağlanıyordu. Bütün bu ve benzeri yaratıcı tekniklerin asıl hedefi, izleyicide gerçeklik yanılsaması yaratabilmekti. Aydınlatma, renk ve ışık efektleri kullanılarak yaratılan yanılsama sayesinde, bu devasa resimlerdeki zaman, ortam ışığı, rüzgâr hissi ve genel olarak atmosfer, doğanınkine benzetilmeye çalışılıyor, görsel algılama yönlendirilerek iki boyutlu resim yüzeyinin üç boyutlu olarak algılanması sağlanıyordu.

Diyorama gösterilerinde sergilenen resimler, karanlık kutunun iki boyutlu yüzey üzerinde meydana getirdiği görüntülerin büyütülerek resme dönüştürülmüş halleri olması nedeniyle, bir optik bakışın ürünüdür. Diyorama gösterileri, karanlık kutu aracılığıyla yüzey üzerinde oluşturulan hayali görüntüden yararlanmak yoluyla, devasa bir perde üzerinde resim tekniği ve ışığın etkisi (aydınlatma, renk ve ışık efektleri) kullanılarak gerçeklefltirilen kusursuz bir göz aldanmasına dayanır. Karanlık kutunun yüzey üzerinde görüntü oluşturma ilkesini temel alan bu tip gösteriler, dönemin eğlence kültürünün önemli bir parçası olmuştur.

Alıntı: Fotoğraf Tarihi - Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, 2012