Avrupa Avangart ("yenilikçi" kişiler veya "deneysel" işler) Sineması, özellikle iki dünya savaşı arasındaki dönemde, Avrupa sinemasında etkili olan bir dizi akıma verilen toplu isimdir.
I. Dünya Savaşı Avrupa film üreticilerini olumsuz yönde etkilemişti. 1920'li yıllar boyunca gelişen Hollywood şirketleri, Avrupa pazarını büyük oranda ellerinde tutuyorlardı. Hollywood'un devasa setleri, kostümleri, büyük paralar kazanan yıldızları karşısında Avrupa'da film şirketleri genellikle kendi filmlerini çekmek yerine Amerikan filmlerinin dağıtımını yapmayı üstlenmişlerdi. Sektörü ellerinde bulunduran büyük isimlerin bu geri çekilişi yeni film sanatçıları için uygun bir ortam yarattı. Küçük şirketler avangart ("yenilikçi" kişiler veya "deneysel" işler) çalışmalarla iç pazarı ele geçirmeye çalıştılar. Genç sanatçılar David W. Griffith'in film tekniğine getirdiği yeniliklerin de etkisiyle standartlaşmış Hollywood yapımlarının karşısına kendi alternatiflerini çıkartmaya çalışıyorlardı. Özellikle aydınların bu alternatiflere ilgi göstermesiyle birçok Avrupa kentinde avantgarde sinemayla ilgili sinema klüpleri ve organizasyonlar gelişti.
Fransız Empresyonizmi
Louis Delluc, Germaine Dulac, Abel Gance, Marcel L'Herbier ve Jean Ebstein'dan oluşan bir yönetmenler grubu empresyonist (izlenimci) sinema anlayışlarıyla, Fransa'da eğitimli çevrelerde etki yaratmayı başardılar. Onlara göre sanat gerçekleri değil, deneyimleri aktarıyordu. Filmin çekirdeğini sanatçının bakışı ve öyküler yerine duygular oluşturmalıydı. Delluc 1918'de "fotojeni" kavramını ortaya attı. Fotojeni film karesini resmedilen nesneden ayıran belirleyici niteliği ifade ediyordu. Delluc'e göre resmetme izleyiciye film yapımcısının bakışaçısıyla yeni bir bakış sunarak, nesneye yeni bir anlam veriyordu. Empresyonist (izlenimci) yönetmenler, resmin kendisine odaklandılar. Görsel hilelere başvurarak film karakterlerinin izlenimlerini, düşlerini, hatıralarını, gözlerinin önüne gelen görüntüleri, düşüncelerini resmetmeye çalıştılar. Bakışın öznelliği özellikle kamera kullanımında da öznelliğe işaret ediyordu. Film karesini oluşturan bütün nesnelere özel bir önem verdiler ve dönemin ressamları ve mimarları tarafından tasarlanmış alanlar kullanıyorlardı.
Cinéma Pur
Arı bir sinema sanatı arayışı içinde kimi avangardistler ("yenilikçi" kişiler veya "deneysel" işler) öyküden ve içerikten tümüyle bağımsız filmler yaratmaya çalıştılar. Filmi sadece dramatik ögelerinden değil, aynı zamanda fotografik ve belgesel unsurlarından da arındırmaya çalıştılar ve bir anlamda zamanda resim yapmayı denediler. 1924 yılında ressam Fernand Léger'in "Ballet mécanique (Mekanik Bale)" adlı filmi fotografik malzemeye dayanan ilk soyut filmlerden biridir. Cinéma Pur akımının en önemli filmlerinden biri René Clair'in yine 1924 yılında çektiği, dadaist etkilenmeler barındıran Perde Arası (Entr'acte)'dır.
Avangart ("yenilikçi" kişiler veya "deneysel" işler) sinema doruk noktasına 1920'li yıllarda Luis Buñuel'in çalışmalarıyla çıktı. Ressam Salvador Dali ile birlikte çalışan Buñuel, psikanalizden de yoğun olarak etkilenerek çarpıcı sahneler ve çağrışımsal geçişler kurguladı. Özellikle 1929'daki Bir Endülüs Köpeği (Un chien andalou) filmi göze çarpan sahnelerle doluydu. Buñuel 1930 yılında çektiği ilk sesli filmi Altın Çağ (L'Âge d'or)'da burjuva değerlerinee yönelik şiddetli bir saldırıya yer verdi.